Yavuz Alogan
Dördüncü sanayi devriminin etkisiyle neoliberal kapitalizmde üretim süreçleri ve sınıfsal yapılar değişti. Birinci sanayi devrimi 18. asırda buharlı makinelerin ve mekanik dokuma tezgâhının kullanılmasıyla başladı. On dokuzuncu asrın ikinci yarısında elektrikli montaj hattı üretim süreçlerine girince ikinci sanayi devrimi gerçekleşti. Ardından üçüncü devrim geldi; yarı iletkenlerin ve bilgisayarların devreye girmesiyle üretimde otomasyon sürecine geçildi. Dördüncü sanayi devrimiyle birlikte üretim süreçleri dijitalleşti, kendi denetimini sağlayan otonom üretim sistemleri oluşmaya başladı.
Modern proletarya birinci sanayi devrimiyle birlikte oluştu. Luddite (makine kırıcılığı) ve küçük burjuva anarşizan isyan evrelerinden geçerek kendi gücünün bilincine varan, “kendinde” olmaktan “kendisi için” olmaya doğru evrilen, “işçi sınıfı kültürü”ne sahip bir toplumsal sınıfa dönüştü. On dokuzuncu asrın sonu ve 20. asrın başında güçlü işçi sendikaları, işçi sınıfı partileri, “politik grev” kavramıyla birlikte ortaya çıktı. Refah devleti anlayışının yerleşmesi proletaryayı toplum sözleşmesinin tarafı hâline getirdi: bir yanda burjuvazi, öte yanda proletarya ve ikisi arasında dağılan ara sınıflar.
Eşitsizliğin Tanımı
Üçüncü sanayi devriminin dördüncüsüne dönüşme evresinde sınıfsal eşitsizliğin tanımı değişmeye başladı. Önceki dönemde eşitsizliğe kâr ve ücretler açısından bakılırdı; toplumsal eşitsizliğe çözüm bulmak isteyenler (sosyalistler, hatta Üçüncü Yol öncesi Sosyal Demokratlar), gelir bölüşümü, üretim araçlarının denetlenmesi, kamulaştırma, vergi reformu gibi araçlarla çalışırlardı. Fakat zamanla sermaye ulusal sınırları aştı, üretim araçlarının tanımı zorlaştı, emek süreçleri güvencesiz ve esnek hâle geldi, çok sayıda işçiyi toplayan büyük fabrikalar teknoloji yoğun küçük birimlere dağıldı, her şey özelleştirildi, vergiler bütün nüfusa yayıldı, burjuvazi fabrika kapısında hesaplaşacağınız somut bir sınıf olmaktan çıktı, sendikalar güçsüzleşerek mafyalaşmaya başladı. “Kendisi için sınıf”tan giderek “kendinde sınıf”a dönüşen proletarya elbette ortadan kalkmadı fakat küresel olarak çok parçalı, maddi çıkarlar ve kültürel bakımdan tekil ülkeler içinde bile heterojen (ayrışık) hâle geldi. Ne yapacağı belli olmayan geniş bir “lumpen proletarya” kitlesi oluştu.
Bu arada, geçmişte devlete ve büyük şirketlere yakın duran elit profesyonel meslekler, iş güvenceleri ve maddî imkanlarıyla birlikte toplumsal statülerini kaybetmeye başladılar. Aslında bu yeni bir olay değildi. Ernest Mandel daha 1970’lerde teknisyenlerin, mühendislerin, öğretmenlerin, hekimlerin giderek ayrıcalıklarını kaybedeceklerine ve proleterleşeceklerine işaret etmişti.
Güvencesiz Sınıf
Fakat şimdi, sendikasızlaşan proletaryayı da kapsayan, çıkarları farklı, kendi içinde bölünmüş, siyaseten güçsüz, güvencesiz ve geleceği belirsiz bir sınıfın ortaya çıktığı söyleniyor: prekarya.
İngilizce “precarious” (güvencesiz) ve “proletariat” sözcüklerinden türetilen bu terim, “mesleki kimliği tanımlayan ahlâki ya da davranışsal yükümlülükler gösterme zorunluluğu”nu kaybeden (Standing 2017, s. 29); iş güvencesizliği ve borçlanma imkânı nedeniyle “evlerini kayan kum üzerinde” inşa etmeye çalışan ve giderek genişleyen, “tehlikeli” (siyasî davranışları öngörülemeyen) bir kesimi (Bauman 2017, s. 177) anlatmaktadır.
İş temelinde edinilen statünün kaybedilmesi, farklı gelir dilimlerine mensup olmalarına rağmen tıp profesörü ile kâğıt toplayıcısını, devlet memuru ya da şirket çalışanı ile bakkal ya da inşaat işçisini aynı belirsiz gelecek beklentisi ve güvencesizlikte birleştirdi.
Devrimi Kim Yapacak?
Neoliberal kapitalizm Devlet’i devre dışı bıraktı. İstikrarı sağlamakla, kriz dönemlerinde kamu parasını iktisadi dengeleri kurmak, istihdam düzeyini korumak için kullanmakla görevli bir fail olmaktan giderek uzaklaşan Devlet, sadece kendi krizine çözüm bulmaya çalışan, ülkesinin ve halkının değil sadece kendisinden beslenen dar zümrelerin geleceğini düşünen, kendi çıkarlarını kollayan bir baskı aygıtına, bir “anonim şirket”e dönüştü.
Bu anonim şirket kesinlikle yıkılacak, neoliberal kapitalizmin krizi her bir ülkenin ulusal arenasında eşzamansız başlayan büyük devrimlerle sonuçlanacaktır. İktisadi, toplumsal ve ideolojik kriz kitleleri isyana hazırlamaktadır. İsyan edecek olan kitlelere ister proletaryayı da kapsayan prekarya, ister yoksullaşan ve geleceğini kaybeden insan toplulukları diyelim, her şey önderlik sorununda düğümlenmektedir. Bu kitlelere hangi ideoloji önderlik edecek? Ortaçağdan kalma gerici ideolojilerin silahlı militanları mı, kaba kuvveti tekelleştiren faşizan ya da militer güçler mi, yoksa 20’li 30’lu yılların marksist teorik kalıplarından ve 70’li yılların şematik/mekanik dünya görüşünden sıyrılarak somut koşulların somut analizini yapamayan nostaljik/anakronik sosyalistler mi?
İnsanlığın kapitalizmi aştığı silahsız sömürüsüz bir uyum dünyası mı, yoksa Mad Max filmindeki gibi herkesin birbiriyle savaştığı, doğanın yok olduğu kaotik bir dünya mı? Soru ve sorun budur! Bir şey olacak da o şeyi kimin nasıl yapacağı ve sonucun ne olacağı belli değil. Aydınlık, 10. 08. 2018