TOPLUMU TAŞIMAK

Yavuz Alogan

         Siyaset kurumunun bütün toplumu taşıyabilmesi en ideal durumdur. Siyasî partilerin kuruluş ve işleyişini, genel seçimlere katılma usullerini, parlamentoda  yasama görevi yaparken uymakla yükümlü oldukları kuralları ve hem kendi seçmenleriyle hem de halkla ilişkilerini belirleyen yasal çerçevenin, toplumun içindeki bütün sınıfların, çıkar gruplarının ve farklı ideolojik kümelenmelerin temsilini sağlayacak şekilde yapılandırılması siyaset kurumunun bütün toplumu taşıyabilmesini sağlar.

         Elbette bu ideal duruma yakınlığın ve uzaklığın dereceleri vardır.  Yakın tarihimizde ideal duruma en çok 1961 Anayasası’nın sağladığı siyasi partiler rejimiyle ve özellikle 1965 seçimlerinde yaklaştık.  1982 Anayasası’nın sağladığı siyasi partiler rejimiyle ideal durumdan uzaklaştık. Siyaset kurumu toplumun bir bölümüne kapılarını kapattı ve kapattığı kapıları sıkıca kilitledi.

         Dernek kurmak zorlaştı, siyasî parti kurmak çok kolaylaştı. Fakat kolayca kurulan partilerin % 10 barajını aşması,  hazine yardımı alan partilerle rekabet etmesi; paranın su gibi aktığı, gâvur şirketlerinin para karşılığında imaj cilalayarak slogan belirlediği bir ortamda  parlamentoya yaklaşmaları bile  imkânsızdı. Sabahlara kadar seçim broşürleri, bildiriler yazıp halka gerçekleri anlatmak, seçimlerin karnaval havası ve palavra ortamında   boşuna bir debelenmeden ibaret kaldı. Gerçek budur! Sistem dışlayıcıydı, debelenme boşunaydı.

         2007 ve 2010 yıllarında  yapılan Anayasa değişiklikleriyle ideal durumdan tamamen koptuk. Siyaset kurumu, topluma sırtını dönerek kendi başına takılmaya, büyük paralarla ve medya gücüyle iş görmeye, kendi kliental ortamını (seçmenin  yurttaş değil müşteri olduğu) yaratmaya başladı. 

         Toplum elbette bu duruma tepkisiz kalamazdı. 2007’de  tarihimizin en büyük kitlesel mitingleri yapıldı: Cumhuriyet mitingleri. Ardından, 2013 yılında Haziran Ayaklanması geldi, milyonlarca insan  bayraklarla, genç Mustafa Kemal resimleriyle sokaklara çıkarak toplumu  siyaset kurumunun üstüne çıkarmaya çalıştı.

         Siyasî iktidar bu tepkilere iki şekilde karşılık verdi.  Birincisini “vesayet rejimi” geliyor diyerek FETÖ örgütüne havale etti, kumpas davalarıyla Türk Ordusu’nun içindeki  en bilinçli, en yurtsever ve entelektüel kadroları tasfiye etti, İşçi Partisi’ne saldırarak toplumun Cumhuriyet’i savunan bütün kesimlerini korkutmaya çalıştı. Haziran Ayaklanması’nı ise “çözüm süreci” sırasında sulandırdı; Apo-MİT müzakereleriyle kurulan HDP’yi üzerimize saldı. “Demokrasi budalası” bazı solcular  HDP’nin çiçek-böcek maskeli “demokratik özerklik” muhabbetinde  devrimci bir şey var zannettiler. Platformlar kurarak gerçekte var olmayan bu tuhaf partinin sırtına çıkıp ileriye doğru sıçramaya çalıştılar.

         Bunlar artık bugünün sorunları değil.   Bugünün sorunu, siyasî iktidarın  bir bütün olarak siyaset kurumunu ele geçirme ve toplumun büyük bir bölümünü sırtından atarak bir baskı rejimi kurma girişimidir. Önümüzdeki seçimleri AKP-MHP’nin kazanması hâlinde ideal durumu (siyaset kurumunun bütün toplumu taşıyabilmesi) hayal etmemiz bile mümkün olmayacaktır.

         Fakat öte yanda, siyasî iktidarın bu girişimi başarabilmesi ve  sırtından atarak dağıttığı toplumu ayaklarının altına alıp ezerek bir arada tutabilmesi ve yönetebilmesi mümkün görünmüyor. Gücü yetmez. Toplumun siyasî iktidarı sırtından atarak kendi içinden bir Kurucu İrade çıkarması ve bu iradenin  bir mıntıka temizliğinin ardından toplumu taşıyan yeni bir siyaset kurumu inşa etmesi daha yakın bir ihtimal. Dağınık da olsa siyasî toplumun içinde bunu yapacak güç ve birikim var.  Felaket niteliğinde bir üçüncü  ihtimal daha var ki söylemeye dilimiz varmıyor.

         Soru şudur: siyasî iktidarın şu son girişimi karşısında toplumun içinden yükselecek olan  tepki dalgası hangi siyasî  programı iktidara taşıyacak? Hangi siyasetler o dalganın üzerinde ilerleyecek, hangileri o dalganın altında kalacak? Siyasî toplumun kendi içinden bir Kurucu İrade çıkarabilmesinin şartları ve mekanizmaları nelerdir? 

         Mevcut siyasî iradenin yere tebeşirle çizdiği, kurallarını titizlikle belirlediği çemberin içinde kalarak bir Kurucu İrade çıkarma imkânı yoktur. Demek ki ilk önce toplumu baskı altında tutan sınırların meşru olmadığını ve tebeşirle çizildiğini iyice anlamak ve anlatmak, çemberin dışına çıkmak gerekir.  Çemberin içinde  sahnelenen parlamenter oyunlar devrimci ve kalıcı çözümler sağlamaz.  Aydınlık,   23. 04. 2018