DOLAPTAKİ İSKELET

Yavuz Alogan

Sol derken, parlamento dışı solu; çeşitli dergi çevrelerinden, derneklerden ve siyasi partilerden oluşan sosyalist örgütlenmeleri ve kümelenmeleri anlıyorum.

Herkes kendi mücadelesinin uzun vadeli olduğunu düşünür. Fakat en büyük yanılgı,  uzunca bir süredir yaşamakta olduğumuz serbestlik ortamının yakın gelecekte de süreceğini sanmaktır. Bereket ki artık daima ileriye doğru hareket etmek durumunda olan “tarihin tekerleği”ne ve bu tekerleğin dinamiklerini inceleyen kaba diyalektik materyalizme günümüzde inanan kalmadı. Bu tekerleğin sadece ileriye doğru hareket etmediği, bazen geriye  dönüp onu ilerletmeye çalışanları altına alıp ezdiği, bazen de yoldan çıktığı anlaşılmış olmalı.

Bugünün sosyalist hareketlerinden hiçbirinin önümüzdeki yıllarda sürekli gelişme kaydedeceğine dair hiçbir güvence bulunmamaktadır. Önümüzde, emperyalizmin işbirlikçisi gerici iktidar bloklarının hegemonya kurmasıyla sonuçlanabilecek kısa bir serbestlik dönemi var. Şeriatçılar arasındaki çatışmanın şekillendireceği bir Türkiye’de orta/uzun vadede sosyalist sola yer olmayacağı açıktır. Şimdiki zaman, şu içinde yaşadığımız konjonktür belirleyicidir. O halde, Marx’ın dediği gibi: Hic Rhodus, Hic Salta!

Sosyalist sol Haziran Ayaklanması’nın ve İmamlar Savaşı’nın yol açtığı şu son kriz ortamının aynasında kendi gücünü sınama imkânı buldu. Biriktirdiği gücün ortaya çıkan fırsatların çok gerisinde kaldığını gördü. Mayıs sonunda yükselen halk hareketi mevcut sosyalist yapılanmaların önüne geçti ve büyük bir mesafe aldıktan sonra hedefsizlik ve örgütsüzlük nedeniyle duraksadı. İmamlar Savaşı ise yönetenlerin eskisi gibi yönetemeyeceklerini ortaya koydu. Hiçbir toplumsal ve siyasal gücün dağılan anayasal sistemin restorasyonunu gerçekleştiremeyeceği de açıkça görüldü. Halkın biriken öfkesinin bu süreç içinde bir kez daha patlayacağı ve daha sert bir tepkiyle karşılaşacağı kesindir. Bu yüzden, örgütlenme ve hedef belirleme  ihtiyacı, bir kez daha “birleşik bir muhalefet cephesinin kurulma olanakları”nı tartışmayı zorunlu hale getirmiş olmalı.

Peki böyle bir imkân var mı? Görünürde yok.

Sosyalist solun 1986’dan 2000’li yılların başına kadar denemediği ortak ya da birleşik  örgütlenme modeli kalmadı. Sosyalist birlik partisi, birleşik sosyalist parti, çatı partisi, sosyalist solun kitle partisi, “halk sarmaşığı”, “zeytin dalı” vs. gibi her türlü “geleceği birlikte kuralım girişimi” ve cephe tasarısı yıllarca tartışıldı ve hiçbir sonuç alınamadı. Bu girişimlerin en başarısız olanı,   bir “birleşik parti” modeli olarak denenen ÖDP girişimidir.  Yükseltilen umutların hepsi sekterlik, dar grupçuluk, mevcut durumu analiz kabiliyetsizliği ve gerek partinin gerekse Türkiye’nin yapısına dair tam bir “demokrasi budalalığı” yüzünden paramparça olmuş, partiyi oluşturan “bileşenler”in her biri ayrışmış ve birbiriyle ilgisiz, bambaşka  örgütler halinde/veya örgütlere dağılmıştır.   Bunun temel sebebi, babadan kalma yöntemlerin, Türkiye’deki devrimci mücadele deneyimlerinin,  devrimci marksizmin uzun tarihsel mirasının ve  her türlü devrimci örgütlenme  teorisinin göz ardı edilmesi; “yeni bir sayfa” açarak pragmatik yöntemlerle ve sol popülist bir söylemle sıfırdan başlanabileceği yanılgısı olmuştur. Girişim, Türkiye’deki devrimci ve sosyalist mücadele tarihinde bir yenilenmeyi ya da sürekliliği değil, bir kesintiyi, duraklamayı ve gerilemeyi temsil etmiştir. Başlangıçtaki ÖDP projesinin iflası, “dolaptaki iskelet” gibi durmakta, görmezden gelinmekte ve herkesi rahatsız etmektedir  (şimdiki ÖDP’yi tenzih ediyorum).  Herhalde birileri, yeni bir “birliktelik” önermeden önce bunun özeleştirisini yapmak durumundadır.  

Birlik girişimleriyle yaklaşık yirmi yıl heba olmuştur. Bu süre içinde gericilik işçi sendikalarının önemli bir bölümünü ele geçirmiş, ülkenin sosyal ve kültürel kimyasını bozmuş ve mutlak hegemonyanın eşiğine kadar gelmiştir. Devrimcilik, sosyalizm, hatta düpedüz “halkçılık” bile emekçi halkın büyük bir bölümünün hafızasından silinmiş ya da  gençlik hatıraları olarak anlatılır olmuştur.

Kitle hareketleri, yükselen sınıf mücadelesi, sosyalist solun bütün fraksiyonlarını birbirine yaklaştırır. Tekel Direnişi’nde, Haziran Ayaklanması’nda, kısmi işçi mücadelelerinde gördüğümüz budur.  Önemli olan, bu yakınlaşma alanlarından ortak mücadele, eylem içinde birlik imkânları yaratabilmektir. Bu imkânlar yaratılırsa,  “cephe” sözcüğünü telaffuz etmenin ve bu yönde girişimlerde bulunmanın bir anlamı olabilir.  “Devrimcilerin birleşik cephesi”ni kurmayı önce hak etmek gerekir. Bir şey olacak ki, o şeyin cephesi kurulsun. Ortak bir mücadele alanı açılacak ki, o alanın içinde ittifak ya da cephe imkânları görülebilsin.

AKP gericiliğine karşı bir birleşik mücadele cephesi kurulamaz mıydı? Elbette kurulurdu. Bu türden mücadele cepheleri yukardan kurulur, “muhalefet” gibi bulanık ifadelerden kaçınılarak açık bir terminolojiyle belirli bir protokole ve programa bağlanır. Burada kapalı müzakere ve topluma açık deklarasyon esastır.  En önemlisi, parti ve hareketlerin tabanlarında yer alan insanların güvenini kazanmış önderlerin birleşik mücadele konusunda gösterecekleri  samimi ve kararlı tutumdur.

Her şeye rağmen, yerel seçimler için Ankara’da solun ortak adayının belirlenmiş olması önemli bir adımdır. Bu türden çalışmalar başka konularda, kısmi değil daha kapsamlı hedeflere yönelik olarak da yapılabilir.

Şu içinde bulunduğumuz süreçte sosyalist solun çeşitli kesimlerinin   geniş bir devrimci mücadele cephesinde birleşmesi, bir cephe olarak üst-örgütlenmesi mümkün görünmemektedir. Daha şimdiden üç tane cephe vardır, dördüncüsü yoldadır. Yani altta siyasi partiler, gruplar, üzerlerinde onlarla bağlantılı “cepheler” oluşmaktadır.  Sürükleyici ve dönüştürücü kitle hareketlerinin olmadığı durgun  ortamda bu cephelerin aynı kitleye hitap ettikleri için birbirlerine karşı da cepheleşmeleri kaçınılmaz görünmektedir. Kitle mücadelesinin yükselmesi bu cepheleri birbirine yaklaştırabilir, belki de  eylem içinde  cepheler  kendi aralarında bir cephe kurarlar.

Sosyalist solun bütün fraksiyonlarının mücadele ve eylem içinde birbirleriyle temas ettikleri her noktada, rekabet edecek yerde sağlam birliktelikler kurmaları, özellikle yerellerde kendi inisiyatifleriyle partiler ve gruplar-üstü örgütlenmeye gitmeleri daha makul görünmektedir.

Tarihin “tekerleği” olmasa da kendine göre bir diyalektiği vardır. Emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı sosyalistler yan yana mücadele ediyor ve dar grupçuluğun ötesinde eylem içinde örgütlenebiliyorlarsa, bu mücadele mutlaka kendi ittifak yapılarını, önderlerini ve kadrolarını çıkarır. Mücadele edemiyor ve örgütlenemiyorlarsa,  tarihin yakın zamanlarında bütün Ortadoğu ülkelerinde görüldüğü gibi  yok olup giderler ya da   bir gericilik denizinde iyice görünmez olurlar. Redaksiyon Dergisi,  07. 03. 2014