Yavuz Alogan
Herkesin, siyasî partilerin ve her bir yurttaşın, şapkayı ya da takkeyi önüne koyarak, “Bütün bu olanlar meşru mudur?” diye sorması gerekir.
Bütün siyaset âlemi, bütün siyasî aktörler, iki kişinin iktidarına meşruluk kazandırmayı amaçlayan bir tiyatro gösterisinin figüranı olmaya nasıl razı olabilirler? “Biz hazırız?” ya da “Gümbür gümbür geliyoruz” tarzında meydan okumadan önce, bu baskın seçim kararının meşruluğunu sorgulamak gerekir.
Siyasî iktidarın aldığı bir karar, meşruluğunu sadece yürürlükteki yasalardan değil, eskilerin “mâşeri şuur” (toplum vicdanı) dedikleri şeyden; bunun yanı sıra, yurttaşların protesto etmeyerek, sokaklara çıkıp gösteri yapmayarak, yani sessiz kalarak rıza göstermelerinden alır.
Hukukçular kararın yasanın öngördüğü sürelere ve usullere uygun olduğunu söylüyorlar. Dönemsel parlamentonun içindeki çoğunluk partisinin kendisini kurucu irade yerine koyup Reis’ine uygun bir anayasa yaparak rejimi değiştirmesini meşru kabul edenler, kimin nasıl çıkardığına bakmaksızın her yasayı geçerli sayanlar şimdi şaşırmış görünüyorlar. Seçimlerde hile yapabilmek için bile yasa çıkardılar! Hâlâ “teknik” konuşuluyor: noter tasdikli imzalar, propaganda süresi, aday listeleri, ön seçim imkânı vs. Adam tebeşirle yere bir çember çizmiş, bunun içinde oynayacaksınız diyor.
Bu erken seçim kararı en büyük bölücülüktür. Tarih içindeki yeri, Demokrat Parti’nin “Vatan Cephesi” (1958) ve “Tahkikat Komisyonu” (1960) girişiminin yanındadır. Fakat burada Demokrat Parti’yi, merhum Menderes ve Bayar’ı tenzih etmek gerekir. Onlar biraz sulandırdılarsa da Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine, Devrim Kanunları’na bağlı kaldılar. En önemlisi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına toz kondurmamışlardır. Sayın Reis, iki gün önce Malatya’da İsmet İnönü için “Adını anmak istemediğim şahıs” dedi. Bunu söyleyen birisi Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olamaz! Mevcut siyasi iktidar Cumhuriyet döneminin ruhuna ters düşmüştür; Türk Aydınlanması’nın antitezidir.
Bu baskın seçim kararının savunulma tarzıyla sergilenen demagojik ve herkesi enayi yerine koyan tutum, siyasi iktidara biat edenler ile muhalefet edenler arasında daha şimdiden uzlaşmaz bir çelişki yaratmıştır. Dikkat edelim, karar veren ikili kendileri dışında herkese karşı “düşmanca” bir dil kullanmaktadır. İktisadi kriz karşısında çaresiz kalan, dış politikada ne yapacağını bilemeyen siyasî iktidar, bu kararla bizzat yarattığı kaosu yöneterek her türlü muhalefetten kurtulma girişimini başlatmıştır.
Sayın Bahçeli, “Türk ve Türkiye düşmanlarına hak ettikleri cevabı vermek için” diyor. Kimmiş Türkiye düşmanları? Böyle bir amaçla seçim yapılır mı? Sayın Reis, “Her konuda çok önemli kararlar vermemiz gereken bir dönemde seçim konusunu gündemimizden çıkartmamız şarttır,” dedi. Yani diyor ki “Demokrasiden arta kalan her şeyi gündemimizden çıkaralım, önemli kararlar vereceğim, ayağıma dolanmayın!”
Böyle bir tavrın karşısında, süre çok dar, imzalar, aday listeleri, sandık güvenliği, noter bilmem nesi falan diye çıkmak ya da “Biz hazırız” diye efelenmek biraz naif olmuyor mu? Neye hazırsınız? Bugüne gelene kadar siyasi iktidarın attığı her adımı meşru ve yasal görüp, tebeşirle çizilen dairenin içinde “siyaset” yapmaya razı oldunuz, Reis’in her sözünü kendinize göre tefsir edip onun yarattığı gündemin peşinden sürüklendiniz. AKP’nin “normal” bir siyasî parti olmadığını, iktidar katını terk edemeyeceğini, kaybedeceği bir seçime asla girmeyeceğini herkes biliyor. “Dur bakalım ne olacak?” İşte böyle olacak! Kimse hayal kurmasın, aradan sıyrılırım diye düşünmesin; daha beter olacak!
Bu iktidar olmadı… Bu erken seçim ülkeyi felaketin eşiğine götürür. AKP’yi felakete yol açmadan, barış içinde iktidardan vazgeçmeye ikna etmek her yurtseverin görevidir. Aydınlık, 24. 04. 2018