Yavuz Alogan
Sanırım herkes bu seçim sürecinde alışılmışın dışında tuhaf bir şeyler olduğunu fark ediyor. On altı yıl süren bir dönemin anayasal kurumlar ve siyasî partiler üzerinde yarattığı derin tahribat yavaş yavaş açığa çıkıyor. Sistemin partileri, sağcı, solcu, şeriatçı, ayrılıkçı demeden pratik faydası olan bütün unsurları meclise taşıyan birer nakliye vagonu gibi işlev görüyor. Fakat gittikleri yerde yasama görevini eskisi gibi yerine getirebilecekleri bir yapı yok. Ne hükümetten hesap sorabilecekler ne de Cumhurbaşkanı’nın icraatlarını denetleyebilecekler. Hükümet ile Meclis arasında bağlantı olmayacak. Bakanlar kurulu kararname çıkaramayacak. Hükümet Cumhurbaşkanı’nın sekreterler kurulu gibi çalışacak. Cumhurbaşkanı meclis dışından bakan atayabilecek. Kararları Cumhurbaşkanı alacak, işler zora girerse meclisi feshedebilecek.
Özetle, başka bir devlet yapısına, bir tür totaliter yönetime doğru gidiyoruz. “Parlamenter yasama devleti,” yerini bir tür sürekli “olağanüstü hâl devleti”ne bırakacak.
Bu yeni devlet biçimi devlet bürokrasisinin kuralsızlaşmasına ve tarafsızlığını kaybetmesine yol açacaktır. Devlet bürokrasisi sadece kanunlar karşısında hesap verebilir olmaktan çıkacaktır.
Bu kuralsızlaşma en vahim biçimde devletin silahlı güçlerini etkileyecektir. Saray’ın 15 Temmuz’dan sonra FETÖ’yle seçme/eleme yöntemiyle kendi tarzında mücadele etmesi, ordunun en seçkin yurtsever subaylarını FETÖ marifetiyle tasfiye etmiş olduğu gerçeğini değiştirmez. Geri alınamayan, telafi edilemeyen uygulamalar yapılmıştır. Siyasî iktidar ordunun eğitim kurumlarını dağıtmış, emir-komuta birliğini bozmuştur. Askerî kurumlarda gelenek, iç hizmet kanunları, prensipler ve elbette ideolojik tutarlılık önemlidir.
22 Mayıs’ta Ulusal Kanal’a mülakat veren emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, askerlikte profesyonelliğin önemini vurguladı ve şöyle dedi: “Mesela Afrin’e bir harekât yapılıyor, her yerden bir sürü parçalar toplayarak oraya götürmeye çalışıyorsunuz. Yani teşkilatın ana gövdesinde de tahribat var.”
Siyasetin orduya bulaşmasıyla ilgili son tartışmaları en geniş bağlamda değerlendirmek gerekir. Sayın Genel Kurmay Başkanı’nın, yanına Cumhurbaşkanlığı sözcüsünü de alarak, “nezaket ziyareti” maksadıyla Şövalye Gül’ün bahçesine helikopterle nasıl indiğini gördük. II. Ordu Komutanı’nın Malatya’daki “Esnaf Buluşması”na üniformasıyla katılıp, muhalefet partisini eleştiren AKP Genel Başkanı’nı alkışlamasına niye şaşıyoruz?
Bir Orgeneral’in TSK İç Hizmet Kanunu’nun 43. maddesini bilmemesi imkânsızdır. Bu madde, rütbeli askerin siyasî toplantılara katılmasını, siyasî parti ve derneklerin “her türlü siyasî gösteri ve toplantı işlerine karışması”nı yasaklıyor. Bu madde ihlal edilmiştir. Demek ki devlet bürokrasisindeki kuralsızlık orduya sirayet etmektedir.
Böyle olunca, Sekiz Köşeli Muharrem’in mevzuya balıklama dalarak “Rütbelerini sökeceğim!” diye efelenmesi ve PKK/HDP tarafından alkışlanması; daha da ileri giderek, “önce vatan değil, önce adalet” diye saçmalaması kaçınılmaz olur. Her ikisi de yanlış ve kanunsuzdur. General “esnaf buluşması”na üniformasıyla katılamaz, Cumhurbaşkanı adayı da “generalin rütbelerini sökeceğim” diyemez.
Soru şudur: Bir ülkede sivil ve askerî devlet bürokrasisinin kanunlara ve kurallara uymasını sağlayan şey nedir? Gerçekten, nedir? Her şeyden önce, yasalara saygı ve riayet mecburiyetidir. Bu mecburiyetin temelinde, Fransız Devrimi’nin 1791 Anayasası gibi “insan derisiyle kaplı” bir anayasa yer alır. Her anayasasının arkasında silahlı bir muhafız vardır. AKP Anayasası’nın muhafızı kim olacak?
Hükümet, kurucu vasfı olmayan parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak anayasa ve yasalarla dilediği gibi oynayabiliyorsa, asker ve sivil devlet bürokrasisi zaman içinde siyasî iktidarın keyfinden ve tercihlerinden başka yasa tanımaz hâle gelir. Hakikat budur. Aydınlık, 04. 06. 2018