Yavuz Alogan
Çevresiyle ilgilenen insanın günlük hayatta karşılaştığı uyaranların sayısı otuz kırk yıl öncesine kıyasla muazzam bir artış gösterdi. Ülkede ve dünyada olup bitenleri anlamak isteyen ortalama birey, geçmişin geniş kadrolu bir haber ajansının aldığı günlük verilerin çok daha fazlasını zihninde işlemek zorunda.
Geçmişte sadece gazete kitap gibi yazılı, 1960’tan sonra arada bir tiyatro sinema ya da konser, 1970’ten sonra televizyon gibi seyirlik uyaranlara maruz olan zihnimiz, günümüzde sürekli “plink plink!” diye sesler çıkararak uyarıda bulunan cep telefonlarından akan dünyanın belli başlı ajanslarının geçtiği haberlere; sosyal medyada yayılan, genellikle birbiriyle çelişen kısa yorumlara, karşılıklı atışmalara, trend topik mevzulara ve kısa videolara; önemli konularda incir çekirdeğini doldurmayan yorumlarla “eşek sohbeti” şeklinde saatlerce süren televize tartışma programlarına maruz kalıyor.
Bütün bunlara, evde sinema filmi seyretme, internetten gazete okuma, hatta cep telefonunda haber akışını ya da sosyal medyayı takip ederken aynı anda çok sayıda haber yorum sitesinde yer alan makalelerden birini okuma imkânlarını ekleyiniz.
Eğer çocukluğundan beri kitap okuma alışkanlığı olan, hayatının her döneminde kişisel bir “kitap okuma programı”nı izleyen biriyseniz, üstüne üstlük zihni meşgul eden bir işle uğraşıyorsanız, beyin kapasitenizin kaç telebayt olması gerekir? Bilgisayarı açtığımızda facebook soruyor: “Ne düşünüyorsun, Yavuz?” Elinin körünü düşünüyorum!
Kimsenin kimseye mavi mürekkeple beyaz kâğıda mektup bile yazmadığı, insanlığın bundan sonra neredeyse sürekli maruz kalacağı söylenen gerçek ya da sahte virüsler yüzünden her türlü insan ilişkisinin kısıtlandığı bir ortamda, bunca uyarana maruz kalmanın elbette bir bedeli var.
Bu bedel, kişisel planda perspektif kaybının ve odaklanma güçlüklerinin yol açtığı sürekli ve öfkeli bir aptallaşma hâlinden, toplumsal planda ise siyasetin giderek hayatın dışında tertiplenmesinden başka ne olabilir? Neredeyse gün boyu sosyal medyada paylaşan ve paylaşılan, böylece sahici bir etki yarattığını sanan, sanal âlemde örgütlenmenin mümkün olduğu yanılsamasına kapılan, hatta örgütlendiklerine, örgütlü olduklarına inanan çok sayıda insan var.
Sanal alemde örgütlenilmez. Bu âlemin araçları ancak sokakta sahici örgütlenmeler için birer haberleşme aracı olarak kullanılabilir.
Elbette bu türden zihinsel yoğunluk herkes için geçerli değil. Geçim derdine düşmüş insanların, mesela Rizeli bir balıkçının ya da İstanbul’da bir fabrika işçisinin ya da Polatlı’da bir patates üreticisinin zihni hayatta kalma gailesiyle meşgul. Sanal âlemde debelenenler, daha çok siyasî toplumun fertleri, politikleşmiş bireyler.
Bütün dünyayı da kapsamıyor. Devrimin ya da karşıdevrimin eşiğinde duran, aynı anda çok fazla sorunla yüz yüze gelen, güncel kaygıları gelecek korkuları hızla artan, değişim geçiren, normları olmayan, kitle kültürü yok olmaya yüz tutmuş toplumlar için geçerli.
İleride bir gün savaş ya da başka sebeplerle okyanusların altından geçen internet kabloları kopar, servis sağlayıcılar susarsa, insanlık sanal âlemin dışında gerçek bir dünyanın var olduğunu anlayacak, komşusuyla tanışacak, kendisine benzeyen öteki insanları bulacak ve sahici örgütlenmeler ve mücadeleler işte o günden itibaren başlayacak.
Fakat o gün gelmeden de pek çok şey yapılabilir.
Her şeyden önce bir eylem bilinci geliştirmek gerekir. Eylem örgütlenmenin anasıdır. Örgütler eylemden doğar, eylemin içinde oluşup gelişerek güçlenir. Yeni fikirler, yeni dayanışma biçimleri, örgütlü mücadele yöntemleri durduk yerde, masa başında oluşmaz, eylemden çıkarak gelişir. Başlangıç evresinde eylemin kendiliğinden, başıbozuk, karman çorman olması önemli değildir; önemli olan, eylemin sürekliliğidir; süreklilik, neticeye yönelik örgütlenme ihtiyacını beraberinde getirecektir.
Burada durup, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını İzmir’de memelerini açarak protesto eden kadın kardeşimizi saygıyla selamlamak isterim. Gizliden ya da açıktan mutaassıp, solcu ya da sağcı muhafazakâr insanlarımızı dehşete düşüren bu alışılmamış eylem, NAMUS’un memeyle kalçayla değil, vicdanla bilinçle ilgili olduğunu anlatıyor. Eugène Delacroix’nın (Öjen Dölakrua) bu yazının manşetinde yer alan “Halka Yol Gösteren Özgürlük” tablosuna bakınız. Orada bayrak tutan kadın memelerini göstermiyor, istibdada karşı hürriyet mücadelesi veriyor. Hangi ön ya da son yargıyla nereden baktığınız önemlidir.
Tuğamiral tek yıldızlı makam arabasını kapısına park ettiği tekkede başına sarık bağlayıp üniformasının üzerine cüppe giyerek ibadet etme özgürlüğüne sahipse, Kemalist amirallerin de Anıtkabir’e ya da İstanbul’daki Cumhuriyet Anıtı’na ve Ankara’daki Zafer Anıtı’na yürüyerek çelenk bırakıp saygı duruşunda bulunacak kadar özgürlüğe sahip olmaları gerekir. Ayasofya imamı hilafetten faizlere kadar her konuda görüşlerini açıklama özgürlüğüne sahipse, Tapu Kadastro Genel Müdürü ya da bir Tümen Komutanı da aynı özgürlüğe sahip olmalıdır. AKP, Kovit-19’a rağmen lebalep kongreler yapabiliyorsa, bizim de sokaklara, meydanlara çıkıp dev mitingler yapabilmemiz gerekir. Dayatmalara, oldu-bitti’lere karşı “Madem öyle, işte böyle!” tavrı gerekir.
Kimse kalkıp da “birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz şu günlerde” ya da “düşmanlar tarafından kuşatıldığımız en tehlikeli şu dönemde” diye söze başlamasın… Hassasiyetler ve tehlikeler bugünün dünyasında ülkemiz için süreklilik kazandı. Bundan sonra her şey her zaman hassas ve tehlikeli olacak. “Hele bir tehlike geçsin” diye düşünürseniz, tehlikenin esas kaynağı hakkında hiçbir fikre sahip değilsiniz demektir. Daha çok beklersiniz. Her şey değişsin diye beklenmez. Bazen bir şey değişir, her şeyi değiştirir.
Sanal âlemlerin dışına çıkarak eylemli bir direniş kültürü geliştiremezsek milletimizin Aydınlanma ve Cumhuriyet değerlerine bağlı olan en ileri kesiminin yaralı ve sürekli yaralanan maşeri şuur’u, yani toplumsal vicdanı, zamanla sessizliğe gömülecektir. İşte o vakit istediğiniz kadar tivit atın, makale yazın ya da sanal âlemde atıp tutun, hiçbir faydası olmayacaktır.
Kıştan kalma bu soğuk Pazar gününde herkese akıl fikir ve zihin açıklığı diliyorum. Veryansın, 28. 03. 2021