Yavuz Alogan
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Dinî Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Yönelişler” başlıklı raporunun, üzerindeki “gizli” ibaresine rağmen, kapsamlı ve ayrıntılı bir istihbarat raporunun kısaltılmış ve kamuya açılmış versiyonu olduğu anlaşılmaktadır.
Raporun ismi bile tarikat ve cemaatlerin Saray Hükümeti ve Diyanet tarafından meşru ve faydalı görüldüğünü ortaya koymaktadır. Raporda bu meşruiyet açıkça dile getirilmekte, Devlet’in bu kurumları desteklemesi talep edilmektedir: “İslam dünyasına da örnek olacak sağlıklı bir dinî anlayışın neşvünema bulması, devlet aklının bu kurumları desteklemesine ve önlerini açmasına bağlıdır” (s. 22). Rapor, tarikat ve cemaat yapılarını “Türkiye’de geleneksel İslam anlayışının yaşatıldığı en önemli çevreler” (s. 46) olarak görmektedir. Bu açıdan bakıldığında Rapor, Anayasa’da yer alan laiklik ilkesini ve laiklikle ilgili bütün yasa hükümlerini açıkça ihlâl etmektedir.
Rapor, “sağlıklı dinî” anlayışın ne olduğunu, mevcut tarikat ve cemaatleri hangi İslamî kriterlere göre değerlendirdiğini özenle saklamaktadır.
Bu nedenle, metin boyunca, “Sahih İslam anlayışında yeri olmayan bazı fikir ve söylemler…” (s. 188); “Oluşumun Ehl-i Sünnet’e muhalif herhangi bir görüş ve eylemi…” (s. 193); “Ehl-i Sünnet geleneğine bağlı, şeriat-tarikat dengesini gözeten bir çizgi…” (s.194); “Sahih dinî bilgi, akl-ı selim ve Ehl-i Sünnet itikadıyla örtüşmeyen…” (s.205); “Geleneksel tasavvufi yapılarda bulunan ve sahih İslam öğretisi bakımından eleştirilen…” (s.146) gibi belirsiz ifadelere rastlanmaktadır.
Böyle bir raporda, cemaat ve tarikat yapılarının değerlendirilmesinde temel alınacak “sahih” dinî inancın/bilginin ne olduğu açıkça ortaya konulmalı; bazı oluşumların saptığı, bazılarının ise uyum sağladığı ve gözettiği söylenen “Ehl-i Sünnet anlayışı,” “şeriat-tarikat dengesi” gibi kavramlar açıklanmalıydı.
Bu konu örtük bırakıldığı için Saray Hükümeti’nin ve Diyanet’in bir “makbul İslam” anlayışına sahip olduğu, fakat bunu açıklamaktan kaçındığı görülmektedir. Dolayısıyla rapor, meşru gördüğü tarikat ve cemaatleri, Anayasa ve kanunlara göre değil, bizzat açıklamaktan ve tanımlanmaktan kaçındığı bir İslam anlayışına olan mesafelerine göre değerlendirmektedir.
Raporda yer alan tarihî perspektif ana hatlarıyla gerçeğe uygundur: Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte dinî oluşumların illegal alana çekilmesi, çok partili dönemle birlikte sağcı partilerin oy kaygısıyla bu oluşumları el altından desteklemesi; 1980 askeri darbesiyle birlikte oluşumların meşruiyet kazanması ve Devlet kurumlarına nüfuz etmesi; AKP iktidarıyla birlikte legale çıkarak sermayeyle bütünleşmesi; bazılarının Ortadoğu’daki aşırı hareketlerin uzantısı hâline gelerek kontrolden çıkması vs. Rapor bu uzun süreci bir özgürlük mücadelesi gibi anlamaktadır.
Rapor, FETÖ olayını bir “ihanet eylemi,” fakat aynı zamanda nev-i şahsına münhasır” (s. 13) olarak değerlendirmekte ve şu uyarıda bulunmaktadır: “Cemaatlerin FETÖ örnek gösterilerek ele alınması, FETÖ benzeri yapıların bunlar arasından çıkması ihtimali dile getirilerek bunlara yaklaşılması, Türkiye’deki dinî yapıların tarihsel gerçekliğiyle ve dinamikleriyle uyumlu olmayan hatalı bir bakıştır” (s. 13). Rapor, bu hatalı bakışın benimsenmesi hâlinde “sahih politikalar”ın (?) yanlış bir noktadan ele alınacağını ve konunun “karmaşık” hâle geleceğini söylemektedir.
Rapor, ekonomik nüfuz edindiğini, devlete sızdığını, siyasetle bütünleştiğini uzun uzun anlattığı bazı dinî oluşumların FETÖ benzeri yapılara dönüşme ihtimalinin olmadığını söyleyerek kendisiyle çelişmekte, potansiyel tehlikeyi görmezden gelmekte; tarikat ve cemaatlere yönelik koruyucu bir tavır takınmaktadır.
Rapor’un şu amaçlarla yazıldığı anlaşılmaktadır: tarikat ve cemaatlerin Saray Hükümeti’nin ve Diyanet’in benimsediği “sahih İslam” (?) anlayışı temelinde ideolojik birliğini sağlamak; bu oluşumları gerektiğinde baskı ve zorla Saray Hükümeti’nin ideolojik ve mali denetimine razı etmek; tarikat ve cemaatlerin uluslararası bağlantılarını kesmek ya da denetlemek; şiddet yanlısı,“mega idealler peşinde koşarak özel bir misyonla hareket eden” (s.223) ıslahı mümkün olmayan İslamî grupları tasfiye etmek. Bu amaçlar Saray’ın toplum üzerinde ideolojik hegemonya kurma hedefi ve faaliyetiyle uyumludur.
Laik ve demokratik hukuk devletinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kanunla belirlenmiş görevi, din işlerini siyasî ve hukuki alandan ayırarak bütün dinî inançları vicdan özgürlüğü alanında tutmaktan, yurttaşların dini inançlarını özgürce yaşamalarını ve ibadetlerini yasal çerçevede yapmalarını kolaylaştırmak için gerekli tedbirleri almaktan ibarettir. Bu kurum herhangi bir siyasî iktidarın “fetva makamı” olamaz.
Raporda, tarikatlara ve cemaatlere yol gösterecek ve denetlenmelerini sağlayacak dört aygıta işaret edilmektedir: Hukuk, Diyanet İşleri Başkanlığı, Millî Eğitim ve İlahiyat Fakülteleri. Şeffaflığı, mali denetim ve güvenliği sağlamak için, geç XIX yüzyılda Osmanlı’nın tekkeleri denetleme amaçlı “Meclis-i Meşâyıh” tecrübesinden yararlanılacağı belirtilmektedir. Cumhuriyetin laiklik tecrübesinden yararlanılması doğal olarak beklenemezdi. Aydınlık, 09.08.2019