SON İNSAN VE KAZAN / KAYBET OYUNU

Yavuz Alogan

         Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) ikinci perdesinin birinci sahnesi Suriye’de Baas rejiminin çökmesiyle sona erdi. Rusya oyundan çekildi. İran’ın vekil güçleri İsrail tarafından imha edildi. ABD-İngiltere’nin vekil güçleri sahneye hâkim oldu. İsrail, Suriye güneyinin bir bölümünü işgal ederek ileri harekât için pist başına doğru ilerledi.  Üzerindeki Sünnî ideoloji kostümünü yenileyen Saray Rejimi kurucu rolde oyuna girmek için rejisörün son kararını bekliyor.

         Ülke sınırlarını aşan Arap milliyetçiliği, Arap Sosyalist Baas Hareketi, bütün milliyetçi Arapları birleştiren Filistin Davası kaybetti.  Emperyalizmin “devrim” kostümü giydirdiği Selefîler kazandı. Cihatçı Sünniler arasında ideolojik birlik sağlandı. Sayın Reis, “İslâm’ın ılımlısı ılımsızı olmaz, İslâm, tektir,” dedi.

Dünya medyası bu “tek İslâm”ı bütün Ortadoğu’ya, demokrasiden yana, diktatörlüklere karşı meşru bir düşünce ve eylem tarzı, her türlü etnik ve mezhebî gruba özgürlük bahşeden modern bir devrimci akım olarak   pazarlamaya başladı. Ortaçağ karanlığından fırlamış bu acayip “devrim”in yarattığı sempati, Suriye’den Anadolu’nun içlerine, Irak’tan Körfez ülkelerine kadar geniş dalgalar hâlinde bütün bölgeye yayıldı. Hareketin direksiyonu, gaz ve fren pedalları, her türlü manevra imkânı, şu anda ABD’nin denetiminde.

         George Orwell’in 1984 adlı kitabında dediği gibi, her şey bir sis bulutunun içinde kaybolup gitmeye, geçmiş silinmeye, silindiği de unutulmaya, yalanlar gerçek, gerçekler yalan gibi görünmeye başladı. Mark Twain’in dediği gibi, Hakikat pabucunu giyene kadar yalan dünyayı üç kez dolanıyor:

Günümüzde Hamas terör örgütünün eylemleri Türk Millî Kurtuluş Hareketi’nin vatan mücadelesinden farksızdır, Kuvayı Milliye neyse Taliban da odur. “Esed” katil ve barbardır, Golani devrimci ve uygardır. Mustafa Kemal diktatördür, onun koltuğunda oturan Reis demokrattır. Baas halkı katletmiştir, Selefî cihatçılar büyük bir “halk devrimi” yapmışlardır.

         Bütün bu yalanlar ve bu tuhaf “devrim” Ortadoğu coğrafyasında kaçınılmaz biçimde gergedanlaşmaya yol açacak.

Günümüzde kimse hatırlamaz, Eugène Ionesco, 1959’da Gergedanlar adlı bir tiyatro oyunu yazmıştır. Oyun, Alman halkının 1930’lardan itibaren dönüşüm geçirerek evreler hâlinde Nazileşmesini anlatır. Bir gün ansızın şehrin ana meydanında koşan bir gergedan belirir.  Görenler şaşırır. Sonra gergedanlar çoğalır. Şehrin ahalisi gergedanlaşmaya başlar. Önce alınlarından boynuz çıkaran, sonra dört ayak üzerine düşen insanlar giderek kusursuz birer gergedana dönüşürler.  Fakat oyunun kahramanı Berenger direnmeye kararlıdır. Gergedanlaşmaya karşı mücadele edecektir. O artık “son insan”dır.

         Suriye’de son insan geçen perşembe günü Şam’ın Emevi meydanında belirdi. Suriye devletinin binlerce yurttaşı “laik demokratik Suriye” sloganında, teokratik değil demokratik devlet talebinde birleşerek, dünyanın yalanına sahtekârlığına karşı çıktı.  

Dünya medyası bunu görmedi ama tarih gördü, not düştü. Bizim demokratik-tik medya da Sednaya Cezaevi’nden ve Golani’nin işlerinden burnunu çıkarıp Emevi meydanındaki son insanı göremedi ama biz gördük.   “Son insan” bizde de 2007 Cumhuriyet Mitingleri’nde, 2013 Haziran Ayaklanması’nda göründü. Kıymetini bilemedik, netice alınamadı ama o milyonlarca insan hâlâ hayatta.   Bozkır, çöl rüzgârlarında kavrulup kurudukça, küçük kıvılcımlar büyük yangınlar çıkaracak.

Neyse, konuyu feci şekilde dağıttım, toparlıyorum…

Şimdiki durum, sahne arası.         Balıkçı tâbiriyle “hava kaldı.” Yani iki fırtına arasında iyimser düşüncelere imkân veren durgun bir bahar havası oluştu.

         BOP’un ikinci perdesinin ikinci sahnesi Suriye topraklarında küçük çatışmalar, itişmeler, yer kapmalar, gösterilen yeri beğenmemeler, pazarlıklar, küçük paylaşımlarla başlayıp İran’ın parçalanmasıyla devam edecek.

         Elbette bizi öncelikli olarak ülkemizin geleceği ilgilendiriyor.

         Saray, “kazan-kazan” oyunundan çıkmak, bu kez “kazan-kaybet” oyununa girmek zorunda kaldı. Rusya ve İran’la dans etmeyi bıraktı. Jeopolitik dengeleme oyununa son vererek kazanma ihtimali en yüksek gücün yanında saf tuttu.  Batı’nın stratejik atılımıyla bütünleşme, Avrupa’nın güvenlik kaygılarını giderme karşılığında, Suriye’de ve belki ileride İran taraflarında da bir nüfuz alanı edinme idealine bağlandı.

         Önümüzdeki aylarda Saray’ın Ukrayna’da, Güney Kafkasya’da, Karadeniz’de, elbette ki Libya’da  Atlantik cephesinin yanında durduğunu, Avrupa’ya mülteci akınında oynadığı stratejik rolü sürdürdüğünü, şişirilmiş başarıların propagandasını yaparken Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs sorunlar paketini unutturmaya çalıştığını ve en önemlisi, ABD-İngiltere’nin vekili olarak Suriye’de kurucu rol üstlenmeye çalıştığını, bu role razı etmek için İsrail’le örtülü, belki de açıktan nüfuz alanı müzakeresi yaptığını  göreceğiz.  Denge bozuldu, risk arttı.

Bahçeli’nin “Halep iliklerine kadar Türk ve Müslümandır,” Sayın Reis’in ise “Millet olarak ufkumuzu 782 bin kilometrekare ile sınırlandıramayız” sözleri, Saray’ın Suriye’yi Türkiye’nin bir parçası gibi gördüğünü ve nüfuz alanı arayışı içinde olduğunu tartışmasız biçimde   ortaya koydu.

Ancak nüfuz alanı emperyalizmin müsaadesine, emperyalizmin müsaadesi de Saray’ın bir Kürt devletine razı olmasına bağlı.

Burada iki soru öne çıkıyor: Saray hangi tavizler (ve/ya da güvenceler) karşılığında Kürt devletine rıza gösterecek? Ve Saray SDG’nin silahlı kuvvetini imha etme (ilan edilmiş stratejik hedef) kararlılığını gösterirse, ABD-İsrail’in tavrı ne olacak? 

Kararlılık demişken, askerî konularda bilir bilmez konuşma hakkımı kullanarak şunu belirtmek durumundayım ki Şam düştüğü sırada SMO’nun yakaladığı PKK/YPG’yi imha fırsatı, ABD’nin baskısıyla ilan edilen ve süresi uzatılan ateş-kesler nedeniyle şu anda elden kaçmış görünüyor. Tel-Rıfat’tan PKK/YPG kendiliğinden çekildi, Münbiç’te kısmen çatışmaya girdi ve sarı bölgede erişebildiği Suriye Ordusu’ndan kalan mühimmatı (karadan havaya füzeler dâhil) toplayarak, bütün kuvvetlerini ABD’nin koruması altında Ayn el-Arap (Kobani) merkez olmak üzere Fırat’ın doğusuna çekti. ABD Fırat üzerindeki iki köprüyü bombalayarak gerektiğinde PKK/YPG’ye hava desteği sağlayacağını gösterdi.

Trump, “Türkiye Suriye’nin anahtarını elinde tutacak (is going to hold the key)” dedi. Hangi şartla, ne zamana kadar tutacak?  Trump yine “Aptal olma… Bak General Mazlum seninle müzakere etmek istiyor” demeyecek mi?

Saray, PKK/YPG’nin imhasını stratejik karar olarak açıkladığı ve SDG’nin tasfiyesi için ortaya bir program koyduğu anda düvel-i muazzama ayağa kalktı.

BM Suriye Özel Temsilcisi, “Kürt sorunu”nun Türkiye ile SDG arasında siyasî yoldan çözülmesi gerektiğini söyledi. ABD’li senatörler Lindsey Graham ve Chris Van Hollen, sürekli ateş-kesi kabul etmezse Türkiye için Demokratlar ve Cumhuriyetçiler olarak yaptırım yasası çıkaracağız, dedi. Fransa Dışişleri Bakanı, “Suriye’deki Kürt müttefiklerimiz korunmalı ve hakları temsil edilmelidir,” dedi.  İsrail, asıl işgalci Türkiye’dir, Suriye’nin yüzde 15’ini denetliyor, Kürtlere şiddet ve saldırganlık uyguluyor, dedi.  İsrailli bir bakan, sizi NATO’dan atmak lazım, Erdoğan’ın sonu Saddam gibi olacak derken, Karanlıklar Prensi Michael Rubin, Middle East Forum’da “ABD Suriye’de Türkleri öldürmeye hazır olmalıdır” başlıklı bir makale yazdı. Sadece Alman dışişleri bakanı, “Kürt milisi silahsızlanmalı ve Suriye hükümetinin güvenlik güçlerine katılmalı” diyerek Türkiye’nin tezine yakın bir tutum aldı.

 YPG’nin imhasını, SDG’nin tasfiyesini istemiyorlar.   

Saray’ın soruna ilişkin diplomatik alt yapısı çok zayıf. Söz birliği yok. Bir yanda Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz, öte yanda “Suriye bize hatırlattı ki Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür” diyoruz. İçeride Apo’yu TBMM’ye çağırıp çözüm süreci başlatırken, dışarıda YPG’yi imha, SDG’yi tasfiye etmekten söz ediyoruz. Strateji açık uçlu, taktikler duruma göre değişken…

Saray   BOP projesinin başlıca hedeflerinden birinin denize çıkışı olan bir Kürt devleti kurmak olduğunu, Batılı ülkelerin bu hedefte birleştiklerini, “YPG’nin yaptığını biz daha iyi yaparız, IŞİD’le de mücadele ederiz, güvenliği de sağlarız, onu bırak bizi al” diyerek görmezden geliyor.

Batı ise Türkiye ekonomisinin dışa bağımlı/mahkûm, halkının canı burnunda, iç cephesi dağınık, demografisinin bozuk olduğunu, ağır bir yönetememe sorunu, anayasal bir kriz yaşadığını, Rusya ve İran’ın tepkisine yol açarak yalnızlaştığını görüyor.

Saray’ın sonunda Suriye’nin imarına katılma, belki biraz nüfuz alanı edinme imkânı karşılığında BM onaylı bir Kürt devletinin kurulmasına mecbur ve razı edilebileceğini, BOP’un ikinci perdesinin ikinci sahnesinde üniter devlet yapımızın ve toprak bütünlüğümüzün ülkemizin içinde ve dışında sorgulanacağını    anlıyoruz. Türkiye’de son insanı bekliyoruz. Veryansın, 22. 12. 2024

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *