Yavuz Alogan
Sayın Reis geçen gün Bitlis’te halka hitap ederken, “Ölü atı kamçılamanın kimseye faydası yok,” dedi. Muhalefeti, özellikle CHP içindeki bunalımı kastediyordu. Bu sözü çevresinde yuvalanmış eski bir solcudan duymuş olmalı. Yalçın Küçük sık kullanırdı. Toplumsal Kurtuluş (1987- 1992) dergisindeki bir yazısına başlık yapmıştı yanlış hatırlamıyorsam: Ölü Atı Kamçılamak.
Türkçede aynı anlama gelen, “Ölüyü fazla sarsarsan …” diye başlayan amiyane bir deyim de vardır. Dirilsin diye sarsılan, itilip kakılan ölünün ancak gaz çıkaracağını ya da dışkılayacağını, bunun da hoş olmayacağını ima eder.
Neyse, uzatmayalım…
Mevcut siyasî partilerin aslında kararlı inançlı kadrolardan yoksun olduklarını, mitinglerini bile para mukabilinde reklam şirketlerine düzenlettiklerini, paranın biriktiği kilit parti noktalarına zenginleşmek isteyen uyanıkların üşüştüğünü, ilkesiz vicdansız programsız siyaset yaptıklarını, dışarıdan icazetle hatta konsolosluklar marifetiyle yönetildiklerini, kaderini başkanın ve onun delegelerinin belirlediği şekilsiz menfaat gruplarından oluştuklarını, Saray rejiminin kurduğu sisteme sıkıca vidalandıklarını, tabandaki Kemalist’in, vatanseverin “Lan siz ne yapıyorsunuz!” diye isyan ettiği anda tecrit edilip dışlanacağı şekilde imal edildiklerini defalarca yazdık. Siyasî partinin kendisini etnik gruba, mezhebe, hemşeri ilişkilerine göre sınıflandırmasının Türk siyasî hayatını uzun vadede Lübnanlaşmaya doğru sürükleyeceğini bile üşenmeyip uzun uzun anlattık.
Türkiye’de maalesef parti suretinde bir fetiş, lider pozunda bir totem arayışı var. Partiler çoğaldıkça insanlar oradan oraya, bir totemden diğerine kitle hâlinde koşturup duruyorlar. Kurtarıcı arıyorlar.
CHP’nin Genel Başkanı Atatürk düşmanını danışman yaptı, Hüda-Par’ı övdü diye şaşırmanın, sosyal medyada dövünmenin ne anlamı var? “Ulusalcılar yüzünden seçimi kaybettim” diyen adamın tek seçici olduğu partide, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz,” Atatürk, laiklik, hak hukuk gak guguk gibi şeyler söyleyen kişi ya sahtekârdır ya da zekâ özürlüdür.
Aslında bu düzen partilerinde dışarıdan icazetli bir kereste ya da keresteden itinayla yontulmuş bir Pinokyo genel başkan olsa, bütün o parti kodamanları ceketlerinin önünü ilikleyip saygılarını sunmak, birlikte fotoğraf çektirmek için önünde kuyruğa girerler.
Nedense emperyalizm artık bizim gibi ülkelerde iktidar ve muhalefet yöneticisi seçerken liyakati esas almıyor. Eskiden alıyordu. Mesela Tansu Çiller ve Turgut Özal küresel sermayenin iyi yetişmiş, liyakat sahibi unsurlarıydı. İşin hem teorisini hem de pratiğini biliyorlardı. Exeter mezunu Abdullah Gül’ü de onlara katabiliriz. Türk Dışişleri Bakanı sıfatıyla Colin Powell’la 2 sayfa 9 maddelik bir gizli protokol imzalamış ve bu marifetini övünerek gazeteciye açıklamıştı. Daha ötesi var mı?
Merryl Lynch’in tahvil satıcısı Mehmet Şimşek ile Wall Street Bankeri Hafize Gaye Hanım’ı toplayıp yüzle çarpsanız rahmetli Kemal Derviş’in yüzde biri etmez. Adam Ecevit tarafından küresel sermayenin vücut bulmuş hâli olarak Dünya Bankası’ndan özenle getirilip komiser gibi bakanlar kurulunun başına dikildi. AKP onun açtığı sıcak para muslukları, döşediği altyapı sayesinde 20 yıl ayakta kalabildi.
“Bakan” tabir edilen şimdiki Cumhurbaşkanlığı sekretaryasına bakınız! Bir ikisi hariç adamların ve kadınların siyasî formasyonu, siyasetle alakası yok. Çalışma Bakanı mesela… Bu değerli kardeşimizi herhalde “stres yönetimi uzmanı” olduğu için çalışma bakanı yaptılar. Toplu sözleşmeler stresli oluyor ya, o bağlamda!
Buna mukabil Adalet Bakanı’nın siyasetle ilgisi var. AKP Pendik İlçe Başkanlığı, Belediye Meclisi Üyeliği yapmış en azından. Fakat onun da özel bir misyonla ofise getirildiği anlaşılıyor. Kendisi söyledi, “Aile hukukunu sil baştan ele alacağız,” dedi. İnsan kaygılanıyor, acaba gâvur icadıdır diye Medeni Kanunu kaldırıp yerine Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’yi mi getirecek?
Neyse, uzatmayalım…
Yukarıda da belirttiğim gibi, emperyalizm artık bizde yönetici liyakatine önem vermiyor. Afrika’da bile liyakati dikkate alıyorlar. Mesela geçen gün askerlerin devirdiği Gabon Devlet Başkanı Ali Bongo Ondimba’ya bakalım… Adam Sorbon mezunu, kültürlü, liyakatli, funk müziği albümü bile var.
Sabahın köründe askerler Ali Bongo’nun evini bastıklarında çantalar dolusu euro ve dolar desteleri bulmuşlar. Devlet Başkanı darbeyi önceden haber almış herhalde, tüymek için paraları hazırlamış. Fakat yeterince hızlı ve uyanık değil, çocuklarını seferber edip iki kamyonete paraları kürekle doldurup akrabasının evine kaçıramamış mesela. Belki de son anda paraları kaçıramayacağını anladı. Zira olay sırasında Gabon’un başkenti Librevil’de halk sevinç gözyaşları içinde devrim oldu diye alkış şamata askerleri kucaklıyor, omuzlarında taşıyormuş.
Ali Bongo’ya devlet başkanlığı babasından fakat elbette seçim yoluyla demokratik biçimde miras kalmış. Sömürgeci Fransa’nın işgüderi Bongo ailesinin Fransa’da paha biçilmez mülkleri, bankalarda muazzam serveti varmış. Tabii ki bunları yeni öğreniyoruz. Daha önce bilinmiyordu, bilinse de konuşulmuyordu. Darbeden sonra BBC’de falan sayfalar dolusu anlatılıyor.
Zavallı Ali Bongo gözetim altında tutulduğu villasından, ülkesinde demokrasinin yeniden tesis edilmesi için dünyaya çağrıda bulunuyormuş. Bence bütün ailenin kafese konularak ülkenin her yerinde dolaştırılması, kafese eşlik eden tellâlların bu alçaklar yüzünden Gabon halkının nelerden mahrum kaldığını bağıra çağıra ahaliye anlatması gerekir. Tarihe gönderme mahiyetinde Fransız tarzı giyotin de tercih edilebilir.
İbretiâlem şarttır! Sınırsız yolsuzluk, sonsuz zenginlik, muazzam servet transferi ve kanunsuz devlet olamayacağını günün birinde dünyanın bütün efendileri kesinlikle görecekler ve korkacaklardır…
Neyse, konuyu feci dağıttım, bitiriyorum…
Şu cehennemî sıcak pazar gününde tavsiyem şudur: sistemin tamamını sorgulayan devrimci bir bakış açınız varsa, parti içi iktidar mücadeleleriyle sosyal medyada haybeden mavra yaparak boşuna vakit harcamayın. Faydası olmaz! Sizin için ölü, mevcut sistem için ölüsü bile kullanışlı olan atı boş yere kamçılamış olursunuz. Veryansın, 03. 09. 2023