DEVRİ DAİM MAKİNESİ

                           

Yavuz Alogan

         Mevcut yağma, talan ve kara para ekonomisi Türkiye’ye dışarıdan dayatıldı.  Başkanlık sistemi denilen anayasasız, hukuksuz yönetim bu ekonominin üst yapısını oluşturdu. 

         Yurttaş devletin müşterisine dönüşürken, siyasî partiler toplumsal sınıfların, çıkar ve baskı gruplarının temsilcisi olmaktan çıkarak kendi içinde disiplinli yapılar oluşturan etnik grupların, mezheplerin parlamentodaki temsilcileri olarak yeniden yapılandı.

         Elbette bu yapı toplumun parçalanmasını; sendika, dernek, meslek birliği, bağımsız kadın ve gençlik örgütü gibi modern demokratik yapıların güçsüzleşmesini gerektiriyordu. Bunların yerini tarikatlar, cemaatler, etnik dayanışma grupları, bölgeciliği esas alan örgütler ve menfaat çeteleri aldı.  Anayasa’da tarif edilmeyen, yasal tanımı olmayan bu gruplar kaçınılmaz biçimde mafyalaştı; kendi kanunlarını uygulayan, kendi efsaneleri, tarihi, bir diğerinden farklı söylemi ve ritüelleri olan yapılara dönüştü. Siyasî partiler bu yapıların temsilcileri olarak, komplolarla, tuzaklarla, yönlendirmelerle “dizayn” edildi.

         Fakat yine de sistemin dümenini elinde tutacak bir iktidar partisine, dış güçlerin acentası olarak görev yapacak tam yetkili bir Başkan’a ihtiyaç var. Dolayısıyla seçimler yapılacak.

Alevilerin ağırlıkta olduğu partinin seçimleri kazanması için Sünnilere şirin görünmesi, onlarla helalleşmesi, ülkenin siyasî tarihini,  kendi söylemini ve geçmişteki icraatını yeniden yorumlaması, hatta kendi geçmişini aşağılaması gerekecekti.

Son tahlilde ülkeyi dinî esaslarla yönetmek isteyen Sünni siyasî parti ister istemez Alevilere şirin görünecek, Atatürk’ün hatırasını istismar edecek, artistik gösterilerle seküler kitleleri yatıştırmaya çalışacaktı.

Merkeze oturmaya çalışan siyasî parti bütün mezhebî ve etnik bölüntülerden bir tutam alarak karıştıracak, Bedevî adaletiyle Cumhuriyet Devrimi’ni yan yana getirerek merkezî ve değişik bir söylem tutturacaktı.

Bölücü etnik parti, emperyalizmin dayattığı insan hakları anlayışının esiri olarak “farklılıklar bizim renklerimizdir, 36 etnik grup özgür olmalıdır” diyen ve hâlâ utanmadan işçi sınıfından bahseden, kendi evrensel ve yerel tarihinin bilincinden bile tamamen yoksun bazı gevşek solcuları peşine takacaktı ki etnik grubunun seyrek olduğu batı bölgelerinden oy alabilsin.

Parti diye bunlara oy vereceğiz, bunlara umut bağlayacağız. Hangi şer daha ehven, diye düşüneceğiz.

CHP’nin adresi ve içeriği belli olmayan “helalleşme” saçmalığı, İYİP’in   karnaval reklamını andıran tuhaf propaganda afişi, ortaya çıkan absürt siyasî tablonun tamamı   ancak bu bağlam içinde yerli yerine oturmaktadır.

İYİP ve CHP başkanları toplantı yaptılar ve sonra kameraların önüne çıkarak “halkımız yoksullaştı, ekonomi battı, vah vah!” dediler ve “erken seçim” istediler. Kimden erken seçim istediler? Saray’ı erken seçime zorlamak için bir eylem programı, yeni bir iktisadî ve toplumsal kalkınma programı açıklayabildiler mi? Gövde gösterdiler.  Onlar halka baktılar, halk onlara baktı, beni yine gülme krizi tuttu. Ses ve görüntü var, hareket yok.

 Sistemi ele geçiren aynı partinin farklı fraksiyonlarından ibaretler. Saray bunlara dayanarak, bunlarla itişmenin verdiği güçle ayakta durabiliyor. Seslerini kesip hiç konuşmasalar, karışık gövdelerini hiç göstermeseler Saray rejimi kendiliğinden çökecek.

Erdoğan mı kazanacak, faizler mi kazanacak? Erdoğan nasıl kaybedecek, faizler nasıl yükselecek? Dal mı tartacak, kartal mı kalkacak? Bu tema üzerine yapılan çeşitlemeler kahvehane muhabbetidir. Kimin seçimlerde iktidarı kapacağından tamamen bağımsız olarak mevcut sistem bir bütün olarak ya sürecek ya da çökecektir.

Mevcut siyasî partileri geçmişte ortanın solunda sağında ve merkezinde yer alan partilerle kıyaslamak ya da onların birer uzantısı sanmak çok yanlış olur.

Adnan Menderes’ten Süleyman Demirel’e, Bülent Ecevit’den Mehmet Ali Aybar’a kadar gelmiş geçmiş bütün parti başkanları sahici bir şeyleri, sınıfsal yapıları; büyük toprak sahiplerinin, yeşeren burjuvazinin, ilerici orta sınıfların, örgütlü çalışanların, işçi sınıfının çıkarlarını temsil etmişlerdir. Şimdiki parti başkanları ise gerçekte temsil ettikleri şeyi gizlerken her şeyi temsil ettiklerini iddia ediyorlar. Güç devşirdikleri grupların, hiçbir hukuka ve meşruiyete dayanmayan bölüntülerin çıkarları ise son tahlilde mevcut sistemin ufak tefek bazı değişikliklerle devamını gerektiriyor.  

Türkiye’de siyasî partiler rejimi para ve demagojiyle işleyen, enerji çıkışı enerji girişinden kat kat fazla bir devri daim makinesine (perpetuum mobile) dönüşmüştür. Bu makineyi bize “demokrasi” diye yutturuyorlar. Makinenin kendi içinde yenilenmesi, dönüşmesi imkânsızdır. Dışarıdan komplolarla “dizayn” edilmiş, içeride modern olmayan başıbozuk yapılarla bütünleşmiş; Saray’ından taşra belediyesine kadar para paylaşım mekanizmalarıyla, rüşvet ve yolsuzlukla işleyen, uyuşturucuyla kafayı bulmuş bu siyasî yapının varacağı yer Lübnanlaşmadır.

Lübnanlaşma, emperyalist kapitalist dünya sisteminin zayıf devletlere, özellikle Ortadoğu ülkelerine yakıştırdığı sistemin adıdır (bkz. Bernard Lewis). Size öyle bir  ekonomi programı uygulatmışlardır ki  bir grup yandaş zenginleşirken devletiniz “failed state”e (başarısız, batık devlet) dönüşerek borçla, şantajla  tamamen esir alınmış, siyasî yapınız da  ekonomik yapınıza göre  yeniden biçimlenmiştir.

Lübnanlaşmış devlette siyasî yapı yurttaşlık temelinde değil, etnik ve mezhebî mensubiyetlere ve aidiyetlere göre şekillenir.  Sınır kapılarının ardına kadar açıldığı göçmenler ve mülteciler demografik yapıyı değiştirerek mevcut sistemi güçlendirmektedir.

Bütün bunların sonucu ileriki evrelerde iç çatışmadır. Sınıfların ve baskı gruplarının anayasal sözleşmesinin, planlı dengeli kalkınmanın yerine, hırsızların, mafyalaşmış grupların mutabık olduğu bir soygun düzeni getirilmiştir. Bu düzen halkın yoksullaşmasına, yurttaşlık bilincinin yok olmasına, üste çıkanın altta kalanı ezmesine yol açmıştır. Giderek   herkesin herkesle savaşına dönüşecektir.

Tarih/zaman içinde bu yolun henüz başındayız.  Türkiye’yi bu uğursuz akıbetten kurtaracak, bu felaket yolundan çıkaracak olan tek şey yurttaşları temsil eden bir Kurucu Meclis’in Millî Misak’ı yeniden tanımlayarak Toplum Sözleşmesi’ni yenilemesidir. 

yalogan@gmail.com