Yavuz Alogan
Ayrı tutulması gereken, genelleştirilemeyen olaylara “münferit” diyoruz. Münferit olay, herhangi bir grubun ya da çokluğun fikirlerini ve eylemlerini temsil etmez. Bu nedenle, “istisnai”dir; ayrıktır, kural dışıdır.
Eskiden “meczup” sözcüğü çok sık kullanılırdı. Bazı münferit olayların faillerine genellikle “meczup” denirdi. Sözlük anlamı: Tanrı aşkıyla aşırı manevi duygulara kapılıp kendini kaybeden, deliren kişi.
Mesela baltayı kapıp Atatürk büstünü parçalayan adamın parlamentoda grubu olan bir partinin üyesi olduğu açığa çıkmışsa, basın hemen adamın meczup olduğunu ilân eder, parti de “bu olay münferittir” diye açıklama yapardı.
Geçmişte meczuplara yakıştırılan münferit olayların günümüzde bir çığ gibi büyüyerek üzerimize doğru geldiğini görüyoruz. Başına fes giyip sabah akşam Atatürk’e söven meczup önemli değil. Hatta meczubun yaptığı gösteri bizi neşelendiriyor. Sosyal medyada paylaşıp eğleniyoruz. Her ne kadar Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı şahsı hastanede ziyaret edip fotoğraf çektiriyor ve fotoğraflar medyaya servis edilerek bir mesaj verilmek isteniyorsa da bunu münferit bir olay olarak görebiliriz. Hocalarına saygı gösteriyorlar!
Fakat üniversitede görevli bir öğretim üyesinin 1924’te Bursa ve Çanakkale’de camilerin genelev olarak kullanıldığını söylemesi münferit bir olay değildir. Ülkenin Cumhurbaşkanı tek parti döneminde camilerin ahır yapıldığını söylemiş ve TBMM kürsüsünde bunu ispatlamaya teşebbüs etmişse, öğretim üyesinin “ahır” iddiasını ileri bir aşamaya taşıyarak “genelev yaptılar” demesi normaldir. Stadyumlardan “Atatürk” adının silinmesi de münferit değildir. Genel ve bilinçli bir hamledir.
Böyle durumlarda savunmaya geçerek, “Ama Mustafa Kemal halkın hurafelerden kurtulması, dinini öğrenmesi için Elmalılı Hamdi Bey’e…” diye söze başlamanızın, “Fakat gerçek din bu değil!” diye feryat ederek İslam ve laiklik dersi vermenizin hiçbir faydası yoktur. Kendinizi avurtursunuz! Burada cehalet ya da aymazlık, patavatsızlık vs yoktur. Laiklik karşıtı tutumlar münferit değil, programatiktir; yani, kararlaştırılmıştır; evreler halinde, üç adım ileri bir adım geri taktiğiyle uygulanmaktadır ve hedefe yöneliktir. Bu hedefin eğitim, hukuk, ekonomi, iç ve dış politika boyutları vardır. Etkileri okulda, çarşıda, adliyede, diplomaside, hatta savaş meydanında hissedilmektedir.
Ya da mesela, milyonlarca insanın izlediği bir tv programında “Sivil öldürecek olsak Cihangir’den başlarız, Nişantaşı, Etiler…” diyen adama meczup diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Başkent’in Belediye Başkanı, “Bu kez darbe teşebbüsü kanlı olur; halk deneyimli, vatandaşın çoğu kendine, çoluğuna çocuğuna pompalı tüfek almış” dediğinde, “Devlet’in güvenlik güçleri var, sana ne oluyor?” diyebildik mi? Diyemedik. Çünkü Devlet’in ordusunu polisini böldüler, sizi kötüsüyle daha kötüsü arasında tercih yapmaya zorladılar. Ortamını bizzat oluşturdukları, yolunu bizzat döşedikleri 15 Temmuz darbe girişiminden kendilerine bir “ihkak-ı hak” (hukuk dışında kendiliğinden hak arama) ilkesi çıkardılar.
Hiçbir siyasî iktidar asker ve polis okullarını cehaletinden ya da darbe korkusundan ötürü kapatmaz. Askerî geleneği bozmak, Devlet’in baskı aygıtlarını dağıtıp yeniden tertipleyerek kendine bağlamak için kapatır. Bu durumda konuyu “eğitim, öğretim, müfredat” diye tartışmanın bir anlamı yoktur. Çünkü uygulama münferit değil, programatiktir; yani bir hedefe yöneliktir.
Bazı durumlarda muhalif söylem insanın hem kendisini hem de başkalarını kandırmasına yol açabilir. Bu yüzden hakikati en çıplak hâliyle göstermek gerekir. Aksi halde “ezeli bir şifâ” olarak kendimizi aldatırız.
Tevfik Fikret’in dediği gibi: “Beşer, bu şimdi muazzeb sürüklenen meflûç/Adım adım edecek zirve-i halâsa urûç…/ İnan, Halûk, ezelî bir şifâdır aldanmak!”
Yani şair diyor ki acılar içinde sürüklenen felç olmuş insanlığın adım adım ilerleyerek kendiliğinden kurtuluşun zirvesine ulaşabileceği düşüncesi, sizi rahatlatsa da aldatıcı bir düşüncedir. Biz de diyoruz ki siyasî iktidara bakış açısını değiştirmek gerekir. Aydınlık, 02. 03. 2018