BOP’UN İKİNCİ BÖLÜMÜ SAHNELENİRKEN

Yavuz Alogan

                Geçen Cuma günü (27. 09. 24) İsrail nükleer silahın konvansiyonel eşdeğeri sayılan, yeraltı sığınaklarına karşı kullanılan tahrip mühimmatıyla (bunker busters) Beyrut’ta altı apartmanı vurdu. İsrail bu saldırıda 2023’te ABD’den aldığı, iddiaya göre 175 adet olan sığınak delici bombaların 10’unu kullandı.  Sivil yerleşim bölgesinde kamufle edilmiş apartmanların altındaki tünellere yerleştirilen Hizbullah karargâhı imha edildi. Hareket’in lideri Hasan Nasrallah’ın saldırıda öldüğü doğrulandı.

         İsrail daha önce, bütün bölgeye yaydığı casus şebekesinden aldığı istihbaratla 18 üst düzey Hizbullah komutanını öldürmüş ve paravan Mossad şirketinin sattığı, içine mühimmat yerleştirilmiş çağrı cihazlarını eşzamanlı patlatarak örgütün komuta kadrosunu felç etmişti.

         Hizbullah karargâhına yapılan saldırının aynı sığınak delici mühimmatla İran’ın yeraltı nükleer tesislerine yapılacak bir saldırının provası olduğunu, dolayısıyla bir tehdit ve gösteri niteliği de taşıdığını anlıyoruz.

         Saldırıdan hemen sonra silahlı Sünni güçler  Nasrallah’ın ölmüş olma ihtimalini sevinçle karşıladılar. Suriye iç savaşı sırasında Hizbullah’la çatışan İdlib’deki tekfirci grupların şenlik gösterileri sosyal medyaya düştü. Hizbullah’a muhalif Şii grupların sözcüleri Arap televizyonlarına çıkarak İran’ın Hizbullah’ı sattığını söylediler. Sünni Haniyye için resmi yas ilân edilen Türkiye’de Sayın Saray Lübnan halkıyla dayanışma mesajında mezhepçi bir tutumla Nasrallah ve Hizbullah isimlerini anmaktan kaçındı.

1982’de Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında kadınlar ve çocuklar dâhil yüzlerce Filistinlinin katledilmesinden sorumlu, “kasap” lâkaplı Ariel Şaron’dan sonra ikinci büyük Filistinli katili olarak tarihe geçen Netanyahu’nun BM’de yaptığı konuşma sırasında gösterdiği iki harita acı gerçeğin en somut ifadesidir.

The Curse (lanet, küfür) başlığını taşıyan haritada Suriye, Irak, Lübnan ve İran; The Blessing (şükran/lütuf) başlığını taşıyan haritada ise Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Sudan, Hindistan (İsrail’e mühimmat satıyor) ve Birleşik Arap Emirlikleri yer alıyor. İkinci haritaya Hint Okyanusu’ndan Avrupa’ya uzanan bir ticaret güzergâhı da iliştirilmiş. Haritalarda Filistin toprakları, Filistinliler yok.

İsrail saldırganlığı karşısında İslâm âleminin her bakımdan (politik, mezhebî, etnik) bölündüğü görülüyor.

Peki bu nasıl mümkün oldu? Temel sorun nedir?

Ortadoğu’da temel sorun, millet anlayışının yerine ümmet anlayışının, milliyetçi/ulusçu hareketlerin yerine kendi ahalisine şeriat uygulayan İslâmcı hareketlerin geçirilmiş olmasıdır.

Arap halklarını Siyonizm’e karşı birleştiren güç siyasî İslâm değil, Hıristiyan Arapları da kapsayan Baas milliyetçiliği ve “Arap Birliği” düşüncesidir. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1964’te Kahire’de toplanan Arap Zirvesi’nde Mısır Devlet Başkanı, sosyalist Arap milliyetçisi Cemal Abdülnâsır’ın desteğiyle kuruldu. Silahlı bir hareketti. Hareketin militanları bütün Arap ülkelerinin harp okullarında eğitim gördü. FKÖ Arap halklarının emperyalizme ve Siyonizm’e karşı mücadelesinin koç başı, Arap ulusal birliğinin simgesi oldu.

1960’ların sonundan itibaren etnik ve dinî ayrımcılık Arap milliyetçiliğini zayıflatmaya başladı. 1990’lardan itibaren Batı emperyalizmi bu ayrımcılığı kullanarak Arap halklarını böldü ve sonunda askerî saldırılar ve vekâlet savaşlarıyla Arap ulusçuluğunu yok ederek 7. yüzyılın dünya görüşünün ve âdetlerinin hâkim olduğu geniş bir bataklık yarattı.

Ortadoğu insanı, kendi devletinin yurttaşı olma vasfını kaybederek, her birinin ipi emperyal bir gücün elinde olan cemaatlerin cahil bırakılmış, eğitimsiz, yoksul fedaisine dönüştü. Fedailerin dışında kalan sıradan insan, ailesiyle birlikte yönünü kaybetti, kendisine en yakın gördüğü cemaate biat etti, sefalete sürüklenerek kendi oğullarının, akrabalarının ölümüne tanık oldu. Gençler cahil bırakıldı, dinî hurafelerle birbirine karşı düşmanlaştırıldı. Tahsilli ve paralı olanlar bölgeyi terk ederlerken, yoksul perişan yığınlar parçalanmış anomik toplulukların içinde görünmez oldu. Ortadoğu’da sadece zenginlerin, şeyhlerin, tarikat ve cemaat reislerinin sesi duyuluyor.

Hamas’ın 7 Ekim saldırısının amacı (eğer varsa, mantığı) İsrail’i Gazze halkına karşı kışkırtarak bölgenin ve bütün dünyanın İsrail’e tepki göstermesini sağlamak, İbrahim Antlaşmaları’nı sabote etmek, İran dâhil Arap ülkelerini İsrail’e karşı birleştirmekti.

Hamas bütün terör örgütlerinin başvurduğu en ilkel yönteme başvurdu. Devlet’e saldırırsınız, Devlet sizi bulamayınca temsil ettiğiniz insanlara saldırır, dünya kamuoyu tepki gösterir, böylece halkın davaya bağlanacağı, devrimci potansiyelin yükseleceği varsayılır. Bu arada halkınızın katledilmesi, evinin barkının yıkılması, aç susuz, eğitimsiz kalması umurunuzda olmaz. Amaç zaten budur: düşmanın zulmünü kışkırtarak tepki yaratıp güç toplamak.

Hamas’ın bu yöntemi geri tepti. İslâm âlemini birleştirecek yerde derin bölünmeleri açığa çıkardı. Hizbullah ve İran’ın Hamas’a katkısı İsrail’e etkisiz füzeler fırlatmakla sınırlı kaldı. Askerî uzmanlar İsrail’in Gazze’ye hava akınları düzenlemesiyle eşzamanlı bir Hizbullah-İran-Yemen vs. saldırısı olsaydı, İsrail duraksar, hatta çekilmek zorunda kalırdı diye yazdılar.  Bunu yapacak ortak irade, eşgüdüm sağlayacak askerî akıl yoktu. “Terlikli” Husiler’in Kızıl Deniz trafiğini aksatmaları bir yana, İsrail’e karşı hiçbir başarı kaydedilemedi.

En genelde, Hamas ve Hizbullah türünden Sünni ve Şii silahlı direniş örgütlerinin tasfiyesi yönünde bazı Arap ülkeleri, ABD, hatta Rusya arasında örtük bir mutabakatın varlığından söz etmek abartma olmaz.

Bununla birlikte İsrail’in İran’a karşı en az iki hedefle sınırlı bir saldırıya hazırlandığı neredeyse kesindir. Bunu engelleyecek bir güç görülmüyor. Bu iki hedef İran’ın yeraltı nükleer tesisleri ve Devrim Muhafızları karargâh ve kışlalarıdır. İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın dışarıda uzlaşmaya kapı aralayan, içeride daha serbestlik yanlısı çizgisi, Mollalar’ın kendilerini güvende hissetmediklerini göstermektedir. İran’ın intikam söyleminin iç kamuoyunu teskin etmeye yönelik bir blöf olduğunu herkes gördü.   

Yine en genelde ve özetle, ABD Ortadoğu’da İsrail eliyle Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) ikinci bölümünü sahnelemekte, harita değişiklikleri için gerekli ortamı hazırlamaktadır. Birinci bölümde Filistin’i destekleyen üç ülke, Irak, Suriye, Libya parçalandı.

Türkiye hızla Kuruluş İlkeleri’ne dönmeli, Anayasa’da yazılı laiklik ilkesini eksiksiz uygulamalıdır. Bugünün dünyasında Türkiye’nin tutunacak başka bir ipi, başka bir dayanak noktası yoktur!  Emperyalizme ve Siyonizm’e ancak laik üniter ulus-devletle direnilir. Siyasî İslâm bütün Ortadoğu’da kargaşaya, teslimiyete, sefalete ve felakete yol açmıştır.

Fakat öncelikle Saray Türkiye’nin içlerine dışarıdan ümmet ithal etme, Hamas gibi örgütleri alenen destekleme politikasını terk etmeye, sınır emniyetini sağlamaya zorlanmalıdır.  Türkiye, ABD-İsrail stratejisi içinde PKK-YPG’ye verilen rol üzerinde odaklanmalıdır. ABD’nin BOP’un ikinci bölümünde, İsrail’in yanı sıra Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a da bir rol vermiş olması muhtemeldir. Bölgede her hamle birbiriyle bağlantılıdır.  Bu nedenle Adalar Denizi’nden (Ege) gelebilecek  bir saldırıya, iki cephede eşzamanlı savaş olasılığına karşı askerî önlem alınmalıdır. İç Cephe en kötü olasılıklara karşı hazırlamalıdır. Veryansın, 29. 09. 2024 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *