ÇÖZÜMSÜZLÜK SÜRECİ

Yavuz Alogan

         Bazen hissettiğiniz, üzerinde düşündüğünüz, yazdığınız bir şeyi sizden daha tecrübeli olan bir başkası birkaç cümleyle, çok güzel ifade eder.

Beş parti değiştiren, üç dönem milletvekilliği yapan, hekim, bürokrat ve siyasetçi Aytun Çıray, mevcut siyasî sistemi, derin gözleme dayanan şu sözlerle açıkladı:

“Beşli çete deyimi semboliktir. Sayı daha fazladır. Her partinin içinde elleri vardır. Tayyip Bey onlar eli ile bazı muhalif önemli siyasîleri, o siyasîler de partileri kontrol ediyor. Artık siyasî başarı için liyakatin önemi yoktur. Kurnazlık ve suç ortaklığı liyakattir” (A. Çıray, X paylaşımı, 28. 10. 24).

         Saray’ın Meclis’teki siyasî partilere sızdığını, zenginleşmek için politika yapan unsurlardan oluşan menfaat gruplarını parasal ilişkilerle denetlediğini, yönlendirdiğini anlıyoruz.  “Önemli siyasîler”e yönelik baskı, şantaj, tehdit gibi unsurları, “parasal ilişkiler”e  ekleyebiliriz.

         Siyasî partileri kontrol eden Saray’ın içinde ise emperyalizmin ve küresel sermaye baronlarının ellerini görüyoruz. Türkiye’ye Başkanlık sistemini, aşırı neoliberal iktisat politikalarını telkin edenler, uygulatanlar, uygulamayı denetleyenler de onlar. Baronlar Saray iktidarını suyun yüzeyinde tutabilecek ya da batırabilecek güce sahipler. Bu güç sayesinde düvel-i muazzama Saray’ı her türlü jeopolitik tavize zorlama imkânına sahip. Belli başlı ülkelerin istihbarat örgütlerinin, gerektiğinde sızdırılmak üzere el altında tuttukları şantaj dosyalarını da bunlara ekleyebiliriz. 

         Son aylarda Saray sürekli taviz veriyor.

         Ege’de Yunan tezlerinin tartışıldığı “sonuç odaklı” çalışmalar başladı. Sevilla Haritası’na uyarak Doğu Akdeniz’den çekildik, Somali’ye petrol aramaya gittik. Saray’ın Kıbrıs’ta Rum tezini (iki bölgeli, iki toplumlu federasyon) müzakereye başlaması için gerekli ortamın hazırlandığı görülüyor. Ukrayna-Rusya savaşının ileri safhalarında Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlâli de gündeme gelebilir.

         Düvel-i muazzama ile Saray arasında mekanik olduğu kadar komik de olan bir ilişki var. Saray taviz verince uluslararası kredi kuruluşları Türkiye’nin notunu yükseltiyorlar, diklenip direndiğinde düşürüyorlar.  Verilecek taviz kalmayınca ne yapacakları merak konusu…

 Saray BRICS’te sadece fotoğraf çektirebildi. Ruslar resmen başvurduğumuzu doğrulamışlardı. Rusya Devlet Başkan Yardımcısı Yuri Uşakov, “Türkiye tam üyelik başvurusunu sundu, değerlendireceğiz,” demişti. Kapalı ortamda değerlendirmiş olmalılar ki Sergey Lavrov, BRICS’e üyelik şartının “AB’nin Ukrayna’da öne sürdüğü değerleri değil, üyelerin ortak değerlerini paylaşmak” olduğunu kibarca belirtme gereği duydu. Yani Ruslar bize aynı anda iki dala tüneyemezsiniz, demiş oldular.

Saray’ın jeopolitik dengeleme oyununun sonuna geldiğini anlıyoruz.

         Ve nihayet dışarıdan dayatılan yeni “çözüm” süreci… Bu süreç daha şimdiden Sayın Saray’ın iç siyaset  alanında  geniş manevralar yapma kabiliyetini gözler önüne serdi. Bahçeli’nin Öcalan’ı meclisteki grubunun başına geçmeye davet etmesinin ardından, Esenyurt Belediye Başkanı’nın tutuklanması gibi sert bir hamle geldi.  Toplamda bu girişim politik kurnazlığın şahikasıdır!

         Bu iki hamle, bir yanda Kandil PKK’si, PYD PKK’si, DEM PKK’si arasındaki çelişkileri artırdı, Meclis’teki bölücüleri Demirtaş ile İmralı arasında böldü. Öte yanda, Saray Rejimi’ni normalleştirmeye çalışan CHP, parti içi liderlik yarışının hızlandığı bir sırada gafil avlanarak kargaşaya sürüklendi.

         Esenyurt Belediye Başkanı, üzerine çevrilen projektörlerin ışığında, CHP-DEM ittifakını en müstehcen hâliyle gözler önüne serdi.   CHP’nin Kemalist, vatansever kadroları ve seçmenleri “kent uzlaşısı” ayağından Gürsel Tekin’in yerine  Esenyurt Belediye Başkanlığı’na aday gösterilen Sayın Profesör’ün, DEM şöyle dursun, düpedüz PKK/KCK’yle ilişkili olduğunu, Anayasamızın 66. Maddesi’ni “ırkçı ve antidemokratik” bularak değiştirilmesini istediğini, PKK’li şarkıcılara Esenyurt’ta konser verdirdiğini,  “Batmane Batmane” türküsünü kendi anadilinde bizzat icra ederek halay başını tuttuğunu, Esenyurt’un il yapılması için referandum talep ettiğini, Andımız’ın kaldırılmasını takdirle karşıladığını,  “x, w, q” harflerinin alfabeye eklenmesini, anadilde eğitimi istediğini, PKK’nin neredeyse bütün görüşlerini savunduğunu öğrendiler. Saray’ın hamlesi bütün bunları CHP seçmeninin gözüne soktu.

         İstediğini düşünür savunursun, istediğinle halay çekersin elbette fakat seçmen CHP’ye oy veriyorum diye seni Esenyurt’a belediye başkanı seçmiş, ilçeyi aşiretinle yönetesin, küçük Kandil vilayeti yapasın diye değil!

         Neyse, uzatmayalım.

         CHP’nin Devrim Kanunları’na bağlı, Kemalist vatansever tabanını DEM partililerle omuz omuza Belediye Başkanı Ahmet Özer için  halk hareketi başlatmaya çağırmanın,  Esenyurt için Türkiye’yi ayağa kaldırma girişiminin  gerçekçi olmadığı daha ilk adımda görüldü. Ahmet Özer’in tutuklanmasından sonra Esenyurt Cumhuriyet Meydanı’nda CHP sadece birkaç bin kişi toplayabildi. Görme bozukluğu olan bazı kişiler el yükselterek sayının bir milyon olduğunu iddia ettiler.   

Saray’ın dış baskıyla başlattığı yeni “çözüm süreci”ni, CHP ile DEM arasındaki politik/sembiyotik ilişkiyi deşifre etmek için kullanacağını anlıyoruz. Sayın Saray, sopa ve havuç kullanarak bütün partileri hizaya getirirken, CHP’yi DEM’le yıpratıp, oylarını azaltarak erken seçime gitmeyi düşünüyor olmalı.

Bu, girişimin politik manevra kısmı.

Bu manevrayı anlamaya çalışırken, seçmen iradesi, tutarlılık, bağımsız yargı, demokrasi diyalog, hatta devlet aklı ve stratejik mantık gibi şeyleri bir kalemde geçiniz… Saray Türkiyesi’nde hukuk yok, ülkenin anayasası bile yok. Her yere sirayet eden bir orman kanunu yürürlükte. Bu saatten sonra bütün taraflar ve hoşnutsuz halk kitleleri ancak kaba kuvvet ya da siyasî güçle netice alabilir.

Öte yanda, Saray Rejimi’nin en zayıf/kırılgan olduğu bir anda  “çözüm süreci” gibi büyük ve riskli, hatta tehlikeli  bir sıçrama yapmaya teşebbüs etmesi, dışarıdan gelen baskı ve şantajın şiddetini gösterir.

“Çözüm süreci” için yapılan pazarlıkları elbette bilemeyiz. Saray PYD’yi meşru bir güç olarak kabul edecek mi? Anayasa’dan “Türk” sözcüğü çıkarılarak PKK’nin “demokratik özerklik” talebinin bir versiyonu “yerel yönetimler özerklik şartı” temelinde kabul edilecek mi? Bunlar, Ortadoğu’da süren savaşın seyrine, Suriye ve İran’ın akıbetine ve Saray’ın İmralı’yla yaptığı ve yapmakta olduğu pazarlığa bağlı. Dolayısıyla bu konularda kesinmiş gibi öne sürülecek her görüş spekülasyon alanında kalacaktır.

Bununla birlikte, ideolojik tutumlarına, programatik yaklaşımlarına bakıldığında, TBMM’deki bütün partilerin “çözüm süreci” ve bu sürece uygun bir anayasa konusunda suç ortaklığına hazır olduklarını anlıyoruz.

Sayın Reis son grup toplantısında nasıl bir cumhuriyet istediğini şu sözlerle belirtti: “Cumhuriyet belli bir şahsın, belli bir zümrenin, belli bir kitlenin, belli bir mezhebin, meşrebin, etnik kökenin Cumhuriyeti değildir.” Türk kimliğinin anasır-ı İslâm içinde eritilmesinden PKK’nin “demokratik özerlik” dediği bir tür federalizme kadar her yöne açılan bu yuvarlak cümlenin altına TBMM’deki bütün partiler imza atabilir.

 Özetle, TBMM’deki siyasî partiler Saray’ın manevra alanı içinde inisiyatifi kaybettiler, Saray iktidarda kalmak için dış baskılara boyun eğdi ve jeopolitik tavizler vermeye başladı, ucu açık “çözüm süreci”  ise Türkiye’yi üniter ulus-devletin ve ülke bütünlüğünün sadece Türkiye’de değil, uluslararası alanda da  sorgulanacağı tehlikeli bir yola soktu.   Kurnazlık ve suç ortaklığının liyakat sayıldığı mevcut siyasî ortamda kusursuz bir çözümsüzlük süreci başladı. Veryansın, 03.11.2024