FELAKETİN EŞİĞİNDE

Yavuz Alogan

        Büyük Ortadoğu Projesi’nin birinci bölümü kaosla sona erdi. Fakat emperyalist kapitalist sisteme önemli bir kazanım sağladı: Arap milliyetçiliği, Arap Birliği düşüncesiyle birlikte tarih sahnesini terk etti.

Mezhep savaşlarından, halkı insafsızca sömüren cemaat ve tarikatlardan oluşan, Amerikan, Rus ve Çin emperyalizminin her evresine  iktisadî, siyasî ve askerî olarak müdahale ettiği derin bir bataklık oluştu.

Ortadoğu insanı, kendi ulusunun yurttaşı olma vasfını kaybederek, her birinin ipi emperyal bir gücün elinde olan cemaatlerin  cahil bırakılmış, eğitimsiz, yoksul fedaisine dönüştü. Fedailerin dışında kalan sıradan insan ailesiyle birlikte yönünü kaybetti, kendine en yakın gördüğü cemaate biat etti, sefalete sürüklenerek kendi oğullarının, akrabalarının ölümüne tanık oldu.  Kalifiye işgücü ve meslek sahipleri, nüfusun seküler kesimi ülkesini terk etti.

Bu dalga, ardında yüz binlerce ölü, cahil bırakılmış, birbirine dinî hurafelerle düşman edilmiş eğitimsiz bir gençlik, yoksul  perişan yığınlar, kendi içinde parçalanmış anomik toplumlar bırakarak geri çekildi.

Bu dalga Mısır’da Cemal Abdülnâsır’ın sosyalizme açık Arap milliyetçiliğinin bütün kalıntılarını yok etti;  Batılıların bir zamanlar  “Ortadoğu’nun Prusyası”  (Bismarck’ın 1871’de Almanya’yı birleştirmesine atfen!) dedikleri Irak’ın Baasçı lideri Sünni Saddam Hüseyin’i  Amerikan askerlerinin gözetiminde Bağdat’ın Şii mahallesine götürüp asarak idam etti; Libya Arap Sosyalist Halk Cemâhiriyesi’nin bütün Arap ülkelerinin birleşmesini savunan, Arapların tek ulus olduklarını her fırsatta dile getiren lideri Muammer el-Kaddafi’yi televizyon kameralarının  önünde, aralarında   Fransızca ve İngilizce konuştukları işitilen  adamların bulunduğu kudurmuş bir kalabalığa linç ettirdi; Suriye Arap Cumhuriyeti’ni paramparça etti, topraklarını petrolünü çaldı,  Baasçı lideri Beşşar Esad’ı Rusya’nın kuklası olarak dar bir bölgeye hapsetti; devrimle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başına İhvan-ı Müslümin’i getirdi, laik demokratik  sosyal hukuk devletini tarikat ve cemaatlere işgal ettirdi,  ülkenin siyasî partilerini “laiklik” sözcüğünü telaffuz edemez hâle getirdi, ileriki aşamada siyasî iktidarın kendi elleriyle ülkenin demografik yapısını değiştirmesini sağladı.

BOP’un birinci dalgası bütün bunları yaptı.

Emperyalizmin gücünü abartmadığımızı göstermek için (!) şunu da ekleyelim ki bölgedeki ulus-devletlerin zayıflığı ve politik aymazlığı, sosyal dokularının gevşekliği  BOP’un birinci dalgasını kolaylaştırdı.  Ortadoğu aynı zamanda tamamlanmamış, durdurulmuş bir ulusal-demokratik devrimler mezarlığıdır.

Soğuk Savaş’tan sonra emperyalizmin 1789 Fransız Devrimi’nden gelen İnsan ve Yurttaş Hakları anlayışını, dinî, mezhebî, etnik, cinsel vs haklar olarak yeniden tanımlamasından çok önce şeriatçı akımlar bölge devletlerini aşağıdan parçalamaya başladı ve  siyasî iktidarları uzlaşmaya zorladı. Albert Hourani, başlangıç tarihi olarak  1967’e işaret eder; bu tarihten itibaren etnik, dinî/mezhebî  ve sınıfsal farklılıkların Arap ulusçuluğunu zayıflatmaya başladığını, ikili eğitim sisteminin doğduğunu, kadınların giderek  toplumsal hayatın dışına itildiklerini belirtir.  (Arap Halkları Tarihi, İletişim 2016, s. 499-505). 

Ve Filistin…

Filistin davası ulusal olma vasfını uzun süre önce kaybetti,  cihatçı örgütlere teslim edildi.  Bu süreç Yaser Arafat’ın ölümünden sonra (2004) hızlandı.  Arap milliyetçiliğini ve Filistin’in ulusal  kurtuluşunu savunan Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi (El Fetih); Arap sosyalist örgütleri, Corc Habaş’ın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Nayif Havatme’nin  Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi, yerlerini  kırk türlü ılımlı ılımsız şeriatçı /cihatçı akıma bıraktı. ABD ve İsrail bu hareketleri el altından destekledi, çünkü siyasî İslam ve ümmet kültürüyle ulusal birliğin sağlanamayacağını, siyasî İslamcı’da ulusal bilincin oluşmadığını ve oluşamayacağını, ümmetten millet çıkmayacağını ta Birinci Dünya Savaşı’ndan beri gayet iyi biliyordu.    Ortadoğu’da son elli yıl içinde İslamcı tarikatlar ve cemaatler Filistin ulusal kurtuluş hareketlerinin liderliğini adım adım kenara ittiler ve  hareketlerin tabanını ele geçirdiler.

Saddam Hüseyin hayatının son günlerinde oyunun bütününü görmüştü. İdam sehpasına çıkarken şöyle dedi: “İranlılara güvenmeyin; mezhebî olarak bölünmeyin, birleşin; Filistin Araptır.”

 Bu kehanet günümüzde doğrulandı.

 Arap dünyasının tabandan bölündüğünü, İran’ın Hamas ve Hizbullah gibi hareketleri yönlendirdiğini, Filistin’in Arap olmaktan çıkarak İslamileştiğini gördük.

Bu hareketlerin ipini İran’ın tuttuğunu, ister Sünni ister Şii olsun cihatçı hareketlerin para, cephane, lojistik, eğitim amacıyla İran’a yöneldiklerini herkes gördü.  ABD’nin el altından  El-Kaide’yi örgütlediği gibi, İran da bu hareketleri örgütledi, donattı, destekledi.

Hamas’ın, arkasındaki Gazze halkını İsrail’in katliamına maruz bırakarak yaptığı intihar çıkışı, şimdilik kaydıyla İran’ın işine yaradı; ABD’nin İbrahim Anlaşmaları’yla İran’ı tecrit etme ve Suudi Arabistan’ı İsrail’le yakınlaştırma girişimini sabote etti. 

İkinci olarak İsrail’in işine yaradı. Askerî stratejisi, politik perspektifi olmayan  bu intikam saldırısı İsrail’e hem Gazze’yi hem de Batı Şeria’yı işgal ederek kendi  toprak bütünlüğünü sağlama, Filistinlileri göç etme ya da İsrail yurttaşı olma seçeneğine mecbur bırakma imkânı verdi.

Ve çok daha önemlisi, Batı emperyalizmine BOP’un ikinci dalgasını başlatma fırsatı verdi. ABD’nin uçak gemisini ve kruvazörlerini savaş iştahıyla bölgeye sevk etmesini sağladı. 1990 Körfez Savaşı’ndaki gibi Batılı bir Koalisyon Gücü’nün kurulacağına dair belirtiler oluştu.

Bu dalga esas olarak İran’ı, ikinci olarak Lübnan ve  Suriye’yi hedef alacak. Rusya’nın askerî olarak müdahale etmeyeceğine ikna olduğu anda ABD-İsrail, öncelikle nükleer  kapasitesini yok etmek, ikinci olarak Molla rejimini yıkmak için İran’a havadan saldıracak.  Ve İran, Türkiye’nin ve elbette Azerbaycan’ın da tarafsız kalacağına, Rusya’nın askerî olarak kendisini destekleyeceğine ikna olduğu anda Ortadoğu’daki bütün askerî potansiyelini İsrail’e saldırtarak çatışmaları tırmandıracak. Bu savaşın genişlemesine ilişkin sayısız senaryo üretilebilir.

Savaşlar bir kez başladığında kendi mantığını yaratır ve tarafları peşi sıra sürükler. Önceden hazırlanan kurmay planlarına uygun cereyan eden ve tam da istenen siyasî sonucu veren  bir savaş tarihin hiçbir döneminde görülmemiştir.  Bir savaşın nasıl seyredeceği, hangi ittifaklara, nasıl ayrışmalara yol açacağı önceden bilinemez. Sadece savaşan tarafların güçlü ve zayıf yanları,  tehditler ve olası tehlikeler önceden görülebilir.

Türkiye’nin kendi içindeki selefi cihatçı örgütleri hızla  tasfiye etmesi, kaçak göçmenleri ilk planda tecrit etmesi ve deportasyonu başlatması, ABD-İsrail’in İran’a saldıracağı anlaşıldığı anda NATO’dan çıkmayı göze alıp  Kürecik ve İncirlik’ten başlayarak ABD üslerini kapatması gerekir. Hamas’a destek mitinglerine izin verilmemelidir. PKK/YPG’nin BOP’un birinci dalgasındaki gibi ikincisinden de güçlenerek çıkmasını diplomatik ve askerî olarak önlemek Türkiye için hayatidir.  

Özetle Devlet çok basit bir iki provokasyonla Türkiye’nin Ukrayna ya da  Gazze’ye dönüşmesini önleyecek tedbirleri almalıdır. Kendi felaketinin eşiğinde durarak her çatışmaya arabuluculuk etme hevesiyle etrafa bakınma tavrı çok tehlikelidir. İnisiyatif gerekir.

Ortadoğu’da tarihin sarkacı kaçınılmaz biçimde şeriatçılıktan ulusçuluğa doğru yön değiştirene kadar Türkiye’yi muhafaza ve müdafaa etmek sadece Devlet’in değil her yurttaşın görevidir.  Veryansın, 13. 10. 2023