YERE TEBEŞİRLE ÇİZİLMİŞ DAİRE

Yavuz Alogan

         AKP, 12 Eylül rejiminin toplum anlayışı ile Kemal Derviş’in iktisat politikalarını siyasî İslam yeşiline boyayarak sürdürdü. Bu yeşil boya dışında katkısı olmamıştır. Daha önce belirlenen çizgiyi değiştirmeden ileriye doğru uzattı.  Demokrasinin temelini oluşturan toplumsal örgütleri, sendikaları, dernekleri ve meslek kuruluşlarını siyaset alanının iyice dışına sürerek etkisizleştirdi; tarikat ve cemaat yapılanmasını ideolojisiyle, gizli örgütlenme yöntemleriyle bütün devlet kurumlarının ve siyasî partilerin içine biraz daha soktu; en insafsız neoliberal iktisat politikalarıyla kamu varlıklarının tamamını özelleştirdi, Cumhuriyet’in bütün kurumlarını yok etti; dizginsiz, denetimsiz bir rantçı/avantacı yeni burjuvazi yarattı.  

         AKP bu yıkım faaliyetiyle toplumu ve Devlet’i geri dönüşü olmayan bir yola sokmak istedi. Her ne yaparsanız yapın bozamayacağınız, ancak tek merkezden baskıyla yönetilebilecek dağınık bir yapı oluşturdu.  Toplumsal örgütlenmeleri çözebildiği, direnç noktalarını kırabildiği için yarattığı iktisadi ve toplumsal altyapıya en uygun rejimi kurmakta zerre kadar zorluk çekmedi; Saray’ı Devlet’in yerine ikame ederek, insanların kibarca “tek adam rejimi” dedikleri düpedüz bir Reis Diktatörlüğü kurdu.

         Şimdi 12 Eylül rejiminin ve neoliberal iktisat politikalarının üzerine çalınan kalın yeşil boya yer yer dökülmeye, boyanın örttüğü yeni zenginler sınıfı, paraya gömülmüş sosyal şizofren tarikatlar ve cemaatler sıvanın üzerinde sırıtmaya başladı. Ekonomik krizin vurduğu alt ve orta sınıfların homurtusunu bastırma telaşıyla Saray, rejimin boyasını yenilemek için 12 Eylül’ün cephaneliğinden Türk-İslam Sentezi’ni çıkarıp parlatarak, kendi tabanını yabancılaştırma pahasına MHP’yle kol kola girerek, bu kez şoven milliyetçi bir kılığa büründü.

Kendisi için giderek bir şantaj unsuru hâline gelen tarikat ve cemaatleri ayıklayıp hizaya sokmaya; savaşmadan fakat her an savaşabilirmiş gibi militarize bir ortam yaratmaya; muhalefet partilerini şaşırtan milliyetçi çıkışlar yaparak kitlelerin en temel duygularını canlandırmaya, böylece % 30 oy oranını genişletmeye ve ilk fırsatta seçime giderek süreci tamamlamaya çalışacak.

Peki bunu başarabilir mi?

Bence başaramaz.  Ne elindeki çıkarcı ve niteliksiz parti kadroları, ne   sadakati gün geçtikçe azalan   zenginler sınıfı, ne de kâğıt üstünde kendi emir-komutası altında görünen baskı aygıtları böyle bir dönüşümü sağlayacak şekilde yönlendirilebilir. AKP, MHP’lileştikçe Cumhur İttifakı’nın tabanındaki huzursuzluk artacaktır. Hayali tehlikeler, amansız iç ve dış düşmanlar yaratarak, bir günde 300 fabrika açarak (sanayi devrimi sırasında bile insanlık böyle bir şeye tanık olmadı!), parayla besleyip hâkimiyet altında tuttuğu medyayı kullanarak ilk genel seçimleri kazanmayı başarsa bile, nihai programını tamamlayamadan, olanca müştemilatı, “tecrübeli taşeronları” ve işbirlikçileriyle birlikte çökecektir.

Bazılarının kaygılandığı gibi iç savaş çıkarıp vaziyete hâkim olarak arzuladığı rejimi kurması da mümkün değildir. Böyle şeyler çok kuvvetli bir modern ideolojiyi, disiplinli ve partizan milis güçlerini gerektirir ki ne dünya koşulları, ne Türk halkının yapısı, ne de AKP’nin geniş tabanı böyle bir oluşuma elverir. Nereye gideceği belli olmayan kaotik bir mukateleyi ise kimse göze alamaz.  Saray’ın  siyasî ve iktisadi programı daha şimdiden iflas etmiş, ideolojisinin kimlere yaradığını herkes görmüş,  saltanatın sürmesi hâlinde neler olacağını herkes anlamıştır.

Peki ardında ne bırakacak?

Bir gözü ve kulağı Brüksel’e, ötekisi Vaşington’a dönük, kendi altını toplamaktan aciz muhalefet partileri…   Bir de “demokrasi”nin yılmaz savunucusu, “demokratik” HDP!

HDP Genel Başkanı birkaç gün önce “faşizme karşı kararlı mücadele” ilan ettiğinde beni bir gülme krizi tuttu. Ne kadar sol ve nostaljik bir jargon! İnsanın aklına Dimitrov’un “Faşizme Karşı Birleşik Cephe”sini, hatta Troçki’nin “Faşizme karşı birleşik işçi cephesi”ni  (1930’lar) getiriyor. Böyle şeyler söyleyerek entelektüel bir tarzda hep ortadan ortadan gitmeye çalışan sosyalistlere kur yapıyor sanki. Peki Şahin Cilo, Murat Karayılan, Amerikalı generaller, AB’nin etnik grup hayranı unsurları da faşizme karşı birleşik cepheye katılacaklar mı? Amerikalıların Suriye’de PYD’ye bağışladığı petrolle mi cephenizi finanse edeceksiniz?

Ülkede ikiyüzlülüğün sınırı kalmadı. Sen seçimlerde allı güllü yeşilli 36 etnik gruba “demokratik” özgürlük, “demokratik” özerklik, “demokratik” bilmem ne  vaat et, seçimlerden sonra seçmeni karşına alıp “biz sırtımızı YPG’ye YPJ’ye dayıyoruz” diye dayılan; AKP’nin zirvesiyle kapalı kapılar ardında pazarlık yap, İmralı-Kandil-Saray arasında mekik doku; Haziran Ayaklanması sırasında Mustafa Kemal posterlerini ve Türk bayraklarını görünce, “Hükümeti devirecek, darbeye doğru götürecek bir halk hareketini çıkarabilir miyiz anlayışı var” diyerek araya mesafe koy. Sonra Saray, kitlelerde milliyetçi infial yaratarak muhalefeti ufalamak maksadıyla seni kim bilir kaçıncı kez kedinin fareyle oynadığı gibi evirip çevirmeye başladığında, “faşizme karşı birleşik cephe” kur! Öyle mi?…  Gerçek bir faşizm gelse, siz arkanıza Yankee generallerini alıp en faşist iktidarla, Türkiye istila edilse müstevliyle aynı masaya oturup “demokratik” federasyon, “demokratik” özerklik ve “kendi kaderini ‘demokratik’ biçimde tayin” pazarlığı yaparsınız.

Yerden mantar gibi biten bazı barolar ve TTB gibi meslek örgütleri de HDP’nin “faşizme karşı birleşik cephesi”ne en azından yakın duracaklardır. Türk tabipleri son kongrelerinde kendilerine öyle bir lider seçtiler ki korona koşullarında sergiledikleri korkaklığın, kayıtsızlığın, apolitikliğin, ürkek HDP yancılığının, meslek içi bilimsel eğitim tadında halka anlaşılmaz raporlar sunma çapsızlığının üzerine tüy diktiler.    1923’te kurulan Etibba Odaları’ndan bu yana geçen neredeyse bir asırlık dönemin, Hıfzıssıha kurumunun, bütün o sıtma verem trahom savaşlarının, halk hekimliği geleneğinin, şu son yıllara kadar kuruma başkanlık eden değerli insanların feyzinden bunlara bir kırıntı bile kalmamış. Devlet Bahçeli’nin “Kapatın lan şu birliği” tadında tepkisine insanın hak vereceği geliyor. Gerçi o “Marksistler doluşmuş,” dedi. Keşke öyle olsaydı, en azından analitik düşünme, gerçeğe saygı gibi hasletleri olurdu.

Türkiye’nin bundan sonraki anayasasında etnik ve dinî amaçlı ya da bağlantılı siyasî parti, dernek, meslek örgütü kurulması kesinlikle yasaklanacaktır.

“Paradigma” diye fiyakalı bir laf vardır.       Yazımıza bilimsel cilâ çekmek istediğimizde yerli yersiz kullanırız. Paradigma belirli bir dönem için geçerli olan, model oluşturan bir değerler dizisidir. Bilim, ideoloji ve siyaset alanlarının her birinde teorik çerçeve oluşturan, insanın çevresine ve dünyaya bakışını belirleyen dönemsel paradigmalar vardır.  İçinde yaşadığınız dönemin paradigmasına hapsolduğunuz zaman yeni bir paradigma oluşturamazsınız ya da hapsolduğunuz paradigmanın iç çelişkilerini, taşıdığı değişim potansiyelini göremezsiniz.

Kapitalist emperyalizm 20. yüzyılın sonunda insanlığın önüne dinî ve etnik kimlikleri yurttaş kimliğinin üzerine çıkaran, neoliberal kapitalizmle kuşatılmış bir yeni ortaçağ paradigması koydu. Bu paradigmanın içinde insanlığın geleceği yoktur.  Dünyanın her yerinde mevcut durumu protesto eden kitlelerin, eşitlik, kardeşlik, özgürlük ve sosyal refah devleti arayışı bugünkü paradigmayı değiştirecektir.  Seni milletten ümmete dönüştürmeye çalışan, toplumu kendi içinde tehlikeli biçimde bölen, akla gelebilecek her şeyi kendi saltanatını sürdürmek için araç olarak kullanan, sana parasız sağlık hizmeti, eğitim ve sosyal güvenlik sağlamayan bir devleti kabullenmenin, yere tebeşirle çizilmiş bir hukuk dairesi içinde siyaset yapıyorum diye itişip kakışmanın hiçbir mantığı yoktur. Veryansıntv, 02.10. 2020