ATATÜRK, MUSTAFA KEMAL, MAVİ VATAN

Yavuz Alogan

“Millî birlik ve beraberliğe her zamankinden çok muhtaç olduğumuz şu günlerde…” diye başlayan bir klişe vardır. Üç noktadan sonrasını meşrebinize, kısa ya da uzun vadeli hedeflerinize, nihai amacınıza, hatta siyasî ve maddî çıkarlarınıza göre   doldurabilirsiniz.  Cümleyi tamamlarken, mutlaka bir “hain” tespit etmeniz gerekir. Hain, birlik ve beraberliği bozmakta, ortalığı karıştırmakta, yabancı emellere hizmet etmektedir.

Aslında bu türden çıkışlar Soğuk Savaş döneminden kalma alışkanlıkların bir uzantısı.   Milletin en has ve sahici evlatları olarak gördüğünüz bir kesimi ayırır, geniş bir cephe içinde toplayarak tahkim eder, diğerlerini karşı cepheye iterek onları kendi içlerinde bölüp parçalamaya, korkutup sindirmeye çalışırsınız. Aynı zamanda bu, siyasî güç toplama çabasının en ilkel şeklidir ve zamanla bir yalan rüzgârına dönüşmesi kaçınılmazdır.  

Bunda yadırganacak bir şey yok. Buna alışığız. Tuhaf olan, geçmişte iki ya da bilemediniz üç cepheli olan siyasî toplumun günümüzde akla gelebilecek her konuda en küçük parçalarına kadar bölünme eğilimi göstermesidir. Kartal bakışlarımızla toplumu bir hain dedektörü gibi taramaktayız.

Ülkenin kurucusunun ismi konusunda bile bölünmüş bir toplum olabilir mi?

İslamcılar “Mustafa Kemal Paşa” diyorlar, bazen de ismin önüne “Gâzi” (din uğruna savaşmış) unvanını koyuyorlar. Yani demiş oluyorlar ki o büyük bir askerdi, memleketi kurtardı fakat çok kötü bir devlet ve siyaset adamıydı, laikliği getirdi, hanedanı kovdu.

Liberaller ve bölücüler sadece “Mustafa Kemal” diyorlar. “Atatürk” onlara tek partili dönemi, üniter ulus-devleti, Seyyid Rıza’yı, Şeyh Said’i hatırlatıyor; ayrıca içinde “Türk” geçiyor, “eşit yurttaşlık” meselesine doğru ters tepiyor…

Ufak çaplı bir fırtına koptu. Televizyon ekranından parmak sallayarak Mustafa Kemal’in nüfus cüzdanını gösterip, “Devlet ona ‘Atatürk’ ismini vermiş, nasıl Mustafa Kemal dersiniz!” diye bağıranlar bile oldu.

Nasıl Mustafa Kemal dermişiz! Kendimden şüpheye düştüm… Bilgisayarı açıp son otuz sene içinde yazdığım yazılarda “Atatürk” ismini taradım.  “Atatürk Orman Çiftliği, Atatürk Kültür Merkezi, Atatürk Oratoryosu, Atatürk Bulvarı” dışında tek bir “Atatürk” yok…  Sürekli ve sadece “Mustafa Kemal” var… Aman Tanrım, yoksa ben!… Fakat hayır, yazılarımı okuyanların liberal, bölücü ya da İslamcı olmadığımı anlamış olmaları gerekir. Peki ben niye Mustafa Kemal diyorum da “Atatürk” diyemiyorum?

Bu lapsus (sürçme) herhalde ideolojik/tarihsel mensubiyetle ilgili. Altmışların sonunda emperyalizme karşı millî mücadeleyi ve kurtuluş savaşını öne çıkaran devrimcilerin benimsediği Mustafa Kemal ve Kemalizm ile statükoyu ve NATO’yu savunan sağcıların benimsediği Atatürk ve Atatürkçülük arasında bir ayrışma oldu.

Devrimciler 1968’de “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü” yaptılar mesela. Dev-Genç’in hâkim olduğu okulların kantininde Mustafa Kemal’in kalpaklı bir duvar resmi olur, altında da “Bağımsızlık benim karakterimdir” gibi sözler yazardı. İmza: Mustafa Kemal…  Karşı taraf daha çok üç hilal ve/ya da bozkurt simgesi kullanırdı. Merkeze doğru dağılan sağcı gruplar duvarlara Mustafa Kemal’e ait olduğu iddia edilen fakat daha sonra ona ait olmadığı kanıtlanan “Komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir” sözünü yazarlardı. 

Yine de bugüne kıyasla daha basit, dürüst ve anlaşılır bir durum vardı. Atatürk’ün arkasına saklanarak siyasî İslam’ı bütün devlet kurumlarının içine sokan 12 Eylül ikiyüzlülüğünün, solcuları “Atatürk” ismine önemli ölçüde yabancılaştırdığını da bir gerçek olarak kaydetmek gerekir.

Haziran 2013 ayaklanmasında on milyon insan kendiliğinden sokaklara fırladı. Ellerinde okul duvarlarına asılan kravatlı ceketli, saçları biraz dökülmüş Atatürk resimleri değil, kalpaklı   Mustafa Kemal resimleri vardı. Statükonun değil kurtuluş umudunun, mücadelenin resmini taşıyorlardı. Ve en önemlisi, “Atatürk’ün askerleriyiz!” demiyor, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye slogan atıyorlardı. O sırada militarizme ve Türk Ordusu’na karşı olan bazı liberaller bu sloganı “Mustafa Kemal’in yoldaşlarıyız,” diye değiştirmeye çalıştılar fakat tutmadı.  Halkın gönlünde yatan, kalpaklı, genç Mustafa Kemal’dir. Kurtarıcının, mücadele adamının, vatan fedaisinin, kahramanın gerçek imgesi!

Akademide Devrim Tarihi (Atatürk İlke ve İnkılâpları) dersine Prof. Dr. Hamza Eroğlu gelirdi. Çok sert, Atatürkçü bir adamdı. Bir keresinde beni sınav salonundan bağıra çağıra kovmuştu.  Üstelik babamın arkadaşıydı. Tam on yıl sonra   12 Eylül cuntasının Danışma Meclisi’nde yer aldı. Onun anlattığı Atatürk ile Doğan Avcıoğlu’nun Millî Kurtuluş Tarihi’nde anlattığı Mustafa Kemal çok farklıydı. Meselenin ideolojik bakış açısıyla ilgili olduğunu anlamıştım.

Neyse, uzatmayalım…  Özetle, isim tercihinin bile tarihsel kökleri olduğunu anlıyoruz. Günümüzde bu sorun kılık değiştirerek sürmekte,  siyasî ihtiraslarını Saray’ın nihai hedefleriyle tevhit edenler Mustafa Kemal’i II. Abdülhamit’in devamı gibi gösterirken, yurttaşları sözde Atatürkçü, gardrop Atatürkçüsü, anıtkabir Atatürkçüsü, sahte Atatürkçü diye bölmeye çalışmaktadırlar.  Bu tartışmalar, Cumhuriyet yeniden Kuruluş temellerine oturtuluncaya, Devrim Kanunları yeniden yürürlüğe girinceye kadar sürecektir.

Saray, bizzat icat etmediği ya da içselleştirerek kendi suretinde yeniden üretmediği bir kavramın kitleselleşmesine asla izin vermemiştir, bundan sonra da vermeyecektir.    Bakın, bir daha yazıyorum: Saray, bizzat icat etmediği ya da içselleştirerek kendi suretinde yeniden üretmediği bir kavramın kitleselleşmesine asla izin vermeyecektir.  Bu tutum “Mavi Vatan” kavramı için de geçerlidir.

Kavram, özellikle emekli amirallerin olağanüstü bilgilendirme çabasıyla sözlü, yazılı ve görsel olarak defalarca anlatıldı; halkın bilincine yerleşti.

Fakat AKP içinden bir kesim bundan rahatsız oldu, “Mavi Vatan” kavramının zamanla siyasî iktidarın uluslararası alanda manevra kabiliyetini daraltan bir baskı unsuruna dönüşeceğini düşündü ve harekete geçti.

Kavrama jeostratejik derinlik kazandıran, doktrin oluşturan Tümamiral Cihat Yaycı’yı önce tasfiye ettiler, ardından “Mavi Vatan” savunucularını bölerek geriletme görevini Saray’a taşeronluk yapan medya grubuna verdiler. Tecrübeli taşeron, Cihat Yaycı Amiral’i ve başında bulunduğu Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi’ni İsrail yanlısı ilan ediverdi.

Bu hamle Mavi Vatan savunucularının prestijini kırma, onların yolunu kesme, çabalarını önemsizleştirme, şahıslarını sıradanlaştırma, onları halkın gözünden düşürme girişimidir. Bu saldırıyla birlikte “Mavi Vatan” kavramının çevresinde “öyledir, öyle değil böyledir” tartışmaları başladı. Bundan sonra kavramın, farklı unsurların da katılımıyla çekiştirildiğini, giderek bulanıklaştığını, anlaşılmaz hâle geldiğini, Saray tarafından içselleştirilerek farklı bir kılıkta sunulduğunu görebiliriz.

Bütün tarikatları ve cemaatleriyle birlikte tek partili Saray rejiminin Türkiye’yi bir bütün olarak yutup sindirmesi mümkün değil. Bunu herkes anladı. Onun yerine hazırlanan işbirlikçi partiler koalisyonunun ise tel tel döküldüğü, muhalefetteyken bile kitleleri etkileyemediği, bir program etrafında toplayamadığı görülüyor. Laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti arayışı bu koşullarda sürüyor.  Veryansıntv, 25. 09. 2020