YENİ YILDA ORTAYA KARIŞIK DÜŞÜNCELER

Yavuz Alogan

         Önümüzdeki hafta 21. yüzyılın yirminci yılına adım atmış olacağız. Zamanın asla durdurulamayan, geri çevrilemeyen oku bizi “milenyum”un yirmi yıl ötesine fırlattı.

İnsan zihni, diğer canlılardan farklı olarak, içinde yaşadığı zaman dilimiyle sınırlanmak zorunda değildir. Zihninizde yirmi yıl, hatta kırk elli yıl geriye giderek geçmiş zamandan bugüne bakabilir ve “tarihin tekerleği” denilen çarkın nasıl dönmekte olduğunu düşünebilirsiniz.

         Marksizmin basitleştirilmiş, şematik versiyonu “tarihin tekerleği”nin sürekli ileriye doğru hareket hâlinde olduğunu iddia eder. Üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çelişki tekerleğin yakıtını temin eder ve hız kazanan tekerlek, insanlığı   en yüksek mertebe olan komünizme varıncaya kadar sürekli ileriye doğru iter.  Bu metaforun Aydınlanma düşüncesinden etkilendiği açıktır.

Fakat gidişat bu şemaya pek uygun düşmemiştir.  Son yüzyıla bakıldığında, tekerleğin sürekli ve düzenli biçimde ilerlemediği, bazen durduğu, âni dönüşler yaparak kendisini ileriye doğru itenleri altına alıp ezdiği, bazen aşırı sıçramalar yüzünden düşüp kırıldığı, onarılıp yola koyulduğunda bu kez insan bilincini geride bıraktığı, kendi başına meçhul bir istikamete doğru paldır küldür gittiği görülmüştür.

Bu durumda peşinden koştuğunuz tekerleği yakalayıp onu doğru yola sokmaya çalışabilir ya da hiç kımıldamadan oturup tekerleğin istediğiniz istikamete dönmesini bekleyebilirsiniz. Fakat zamanla, teknolojinin kırbacı altında dört nala koşan üretici güçlerin üretim ilişkilerini değiştirdiğini, peşinden sürüklediğini, varsaydığınız ya da görmek istediğiniz sınıfsal manzaranın istediğiniz ve beklediğiniz yere oturmadığını fark edersiniz.   Her bir toplumsal sınıfın bilinci, onu oluşturan maddi koşullarla birlikte sürekli bir değişim geçirmektedir. Değişmeyen tek şey devrimci, ihtilalci düşünce tarzı; her şeyi bir hamlede değiştirme arzusudur. Bu arzu var olduğu sürece gelecekten umut kesilmez.

Immanuel Kant, yaklaşık iki yüz yıl önce, insan türünün zihinsel ve varoluşsal gelişimini henüz tamamlamadığını söylemiştir. Bunun sebebi, yine Kant’a göre, “insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır.” Bu durumun sorumlusu aklın kendisi değil, aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanma kararlılığını gösteremeyen insandır. Aydınlanma’nın görevi, insanı bu durumdan kurtarmak, ona aklını bizzat kullanma cesareti kazandırmaktır. İnsan bu cesareti kazanınca, “tarihin tekerleği”nin günün birinde Noel Baba gibi hediye paketleriyle geleceği saplantısından da kurtulur ve harekete geçer.

Neyse… Felsefe parçalamayı burada kesiyor ve Yeni Yıl temennilerine geçiyorum. 

Bu yazıya başlamadan önce, son on yıl içinde yazdığım Yeni Yıl yazılarına göz attım.  Mesela 2017’nin son yazısı “Yeni Yılda Yeni Umutlar” gibi iyimser bir başlık taşıyor.  Yazı şu sözlerle bitiyor: “Fakat cumhuriyetin taşıyıcı kolonlarını yeniden inşa edebilir ve gerek 2007’de gerekse 2013’te kendiliğinden toplanan, büyük bir basiretsizlik ve yeteneksizlik sergileyerek dağıttığımız kitleleri Mustafa Kemal’de birleştirebiliriz.”  Bugünden bakınca ne kadar iyimser bir yaklaşım… Tarihin tekerleği o tarafa doğru gitmemiş.

Aynı yazıda geleceğin belirsiz olduğuna dair ürkütücü bir metafor var. Bu metaforda, bulunduğumuz yerden geçmişe doğru bakıyoruz ve Walter Benjamin’in, Paul Klee’nin 1910 tarihli Angelus Novus (Tarih Meleği) tablosu hakkında 1930’larda söylediklerine benzer düşüncelere kapılıyoruz. Tabloda yüzü geçmişe dönük bir “tarih meleği” vardır; yüzünü geçmişe çevirmiştir. “Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür.” Melek, ölüleri diriltmek, “parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister.” Fakat geçmişten esen güçlü fırtına yüzünden kanatlarını kapayamaz. “Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler.” Vahim bir karamsarlık… Yazar, burada, bugünün gerçekleri tarafından parçalanan bir geçmişten belirsiz bir geleceğe doğru sürüklenmekte olduğumuzu söylüyor.  Walter  Benjamin bu metaforu yazdığı sırada, Alman panzer birliklerinin on yıl sonra Maginot Hattı’nın etrafından dolanarak Paris’e doğru akın edeceğini nereden bilsin!

Yine 2015 Yeni Yıl yazısında kafayı bu kez resim sanatındaki “pentimento” kavramına takmışım. Bu kavram pişmanlığı çağrıştırır. Ressam, resmini tamamlamak üzereyken fikrini değiştirerek öncekinin üzerine başka bir resim yapmıştır. Fakat yeni resim ona ihanet eder ve ressamın vazgeçtiği temayı arka planda bir siluet hâlinde göstermeye başlar. Ressam, diyelim ki bir orman resmine başlamış fakat sonra fikrini değiştirerek resmin üzerine bir şehir görüntüsü boyamıştır. Zamanla üstteki şehir görüntüsünün boyaları saydamlaşır, binaların ardında bir orman manzarası, bir göl ve ağaçlar belirir.  Yazı 60’lı yıllarda yılbaşı gecelerinin gözde içkisi Cinzano’nun tadından bahsederek ve yeni yılda herkese iyilik güzellik temenni ederek sona eriyor. İnsan eski yazılarını, en azından bazılarını okuyunca kendisini aptal gibi hissediyor.

Şimdi bu 2020 yılı için nasıl bir iyilik ve güzellik temenni edeceğimi bilemiyorum doğrusu. Fırtına, “tarih meleği”ni belirsiz bir geleceğe doğru sürüklüyor.  Cehennemin kapıları İdlib, Libya ve Kanal İstanbul şekline bürünerek ardına kadar açılmış. Birincisinin arkasında, barbar istilalarıyla ülkenin sınır bölgelerindeki nüfus yapısının ve ideolojik iklimin geri dönüşü olmayacak şekilde değişmesi; ikincisinin arkasında, saf anlamda İhvan kardeşliği ve askerî çatışmalar; üçüncüsünün arkasında Montrö, ciddî egemenlik sorunları ve Karadeniz’de Amerikan uçak gemileri beliriyor.

Yeni yılda herkese kendi aklını kullanma cesareti, palavranın ardındaki gerçeği görme feraseti (sezgisi) diliyorum. Aydınlanma’nın karanlığı mutlaka yenmesi gerekir. Bu da bizim inancımız olsun.

 Stefan Zweig, Dünün Dünyası adlı kitabının son paragrafında şöyle der: “Güneş bütün gücüyle parlıyordu. Eve dönerken, önümde giden gölgemi gördüm birden. Bu yeni savaşın ardında öteki savaşın gölgesini gördüğüm gibi. Bu gölge, gece gündüz bütün hayatımı kaplıyor…  Fakat her gölge, yine de ışığın çocuğudur ve aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır.” Veryansın, 27. 12. 2019