Yavuz Alogan
Bir avuç demir tozunu bir çubuk mıknatısın üzerine serptiğiniz zaman fiziksel bir kutuplaşma yaratmış olursunuz. Demir tozları kutuplara bitişir, bitişecek yer bulamayanlar birbirinden giderek uzaklaşan eliptik çizgiler hâlinde dizilir.
Kriz durumunda (iktisadî, ideolojik ya da toplumsal olması fark etmez) siyasî toplumun tamamı aynı şekilde kutuplaşır. Siyasî merkezin çökmüş ya da iki uca doğru dağılmış olduğu durumlarda kutuplaşma mıknatıs örneğindeki kadar belirgindir.
Türkiye’de bir ucunda CHP-HDP’nin, öteki ucunda AKP-MHP’nin yer aldığı keskin bir kutuplaşma oldu. Ülkedeki bütün sağ ve sol gruplar farklı mesafelerle bu kutupların çevresinde toplandılar.
Kendisini sosyalist olarak gören grup ve partiler CHP-HDP kutbuna çekildiler. Bu uçta en mesafesiz grup ÖDP’dir. Özünde ulusalcı-Kemalist bir hareket olan Haziran Ayaklanması’nı HDP çizgisinde sulandıran başarısız Haziran Platformu’na önayak oldu. Şimdi de kendi genel başkanını CHP’nin Beyoğlu İlçesi Belediye Başkan adayı yaparak mevzi kazanabileceğini, Fatsa hatıralarını canlandırabileceğini düşünüyor.
Burada kişilerle uğraşmıyoruz. Alper Taş her zaman iyi niyetli olmuştur. Aslında ÖDP, önceki genel başkanını ve pek çok merkez yöneticisini, milletvekili, akıl hocası ya da parti sözcüsü olarak HDP’ye ihraç etmiş enteresan bir partidir. Bu yüzden, bir genel başkanın başka bir partinin belediye başkanı adayı olmasındaki tuhaflık fazla göze batmıyor. Tuhaf olan şudur ki bu partinin programından tek bir madde bile hatırlamıyorum.
AKP-MHP’den oluşan öteki kutup ise bilimsel sosyalist Vatan Partisi’yle yakınlaştı. Bu yakınlaşmanın sebebi, iktidar partisinin “çözüm süreci”nden vazgeçmesi, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ABD’yle arasına mesafe koyarak Atlantik sistemi ile Avrasya arasında, inişli çıkışlı olmakla birlikte dengeli durmaya çalışmasıdır. AKP, Amerikan emperyalizmiyle bütün köprüleri atarak, mesela NATO’dan çıkıp Amerikan üslerini kapatarak kararlı bir çizgi izleyebilseydi, bu partinin milleti ümmete dönüştürme niyetine ve “laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” olmasına rağmen, Vatan Partisi, “Amerikan emperyalizmine karşı vatan savaşı” olarak tarif ettiği süreçte Cumhur İttifakı’nı açıkça destekleyebilirdi. Fakat AKP’nin iktisat politikası ve sınıfsal yapısı radikal kopuşlara izin vermeyecek ve kaynaklar tükendikçe, siyasî İslam saplantısıyla birlikte çökertene kadar tek parti iktidarının altını oyacaktır.
Vatan Partisi’nin, CHP’nin tabanına yakın merkezine karşı, AKP’nin tabanına mesafeli merkezine yakın, MHP’nin merkezine uzak tabanına mesafeli, HDP’nin ise tam karşısında olduğu görülüyor.
Partilerin politik çizgilerinin birbirine karışarak iç içe geçmesi ideolojik bir karmaşa yaratıyor, çok yönlü yanlış anlamalara yol açıyor ve bütün siyasî merkezleri düşmanlık diliyle donatıyor.
Mesela geçen gün bir grup eski arkadaşımla karşılaştım. “Ağbi biz seni rastladığımız yerde dövmeye karar vermiştik ama şimdi karşımızda görünce çok sevindik, özlemişiz,” dediler. Böyle anormal bir cümleyi normal yurttaşlara ya da başka siyasî iklimlerde yaşayan insanlara anlatmak imkânsızdır.
Siyasî iktidarın en tepesinden başlayarak bütün siyasi toplumda, sıkıştırılmış barut gibi patlayacak hedef arama, kendisi gibi düşünmeyeni hain ilan etme, can havliyle canhıraş siyaset yapma tutumundan vazgeçmek, politikayı teori ve programdan ayırmamak, belki de siyasî parti tabanlarının temâsını sağlayan platformlar oluşturmak gerekir. Düşmanlıkları körüklemek yıkım getirecektir.
Şimdiki durum kronikleşir ve giderek tam bir yabancılaşmaya dönüşürse iki şey olabilir: ya en kuvvetli olan canhıraş siyasetin kargaşasına son verir; ya da Sedat Peker (daha öncesinde Melih Gökçek) gibi adamların “Silahlanın, kardeşlerim!” çağrısı toplumun çok farklı biçimlerde kutuplaşmış siyasi kesimlerinde karşılık bulur. Aydınlık, 08. 02. 2019