DÜNYA LİDERLERİ

Yavuz Alogan

Tarihte bir ilk yaşanıyor. Devlet başkanları siyasetlerini ve stratejilerini tivit atarak ya da  gazeteye  makale yazarak açıklıyorlar.  ABD Başkanı Roosevelt’in, Fransa Başbakanı Daladier’nin, İngiltere Başbakanı Chamberlain’in,  SBKP Genel Sekreteri Stalin’in ve Şansölye Hitler’in sürekli tivit atarak politika oluşturdukları,  strateji konulu makaleler yazdıkları II. Dünya Savaşı öncesi bir dünya çok ilginç olurdu.

Yine de “Ekonominizi mahvederim lan sizin!” tarzında bir tivit atmazlardı herhalde. Gerçi bir keresinde Hitler, “Fransız ve İngiliz başbakanlarının şahsında kırbaçlanmak isteyen maymunlar görüyorum!” diye höykürmüştü ama bunu kapalı bir  toplantıda yapmıştı. Bu sözleri  tivit olarak yazsaydı, muhatapları  “çok üzüldük” demezler, adamın kaçık olduğunu düşünürlerdi.

O dönemin liderleri ideolojik tutumları olan, tarihten ve coğrafyadan anlayan, en azından I. Dünya Savaşı’nın tecrübesine sahip şahsiyetlerdi. Hitler bile geniş bir bakış açısına sahipti. Mesela Rusya’ya saldırırken (1941) sınıfsal bir analiz yapabilmiş, savaşın ileri evrelerinde  dünya kapitalizmini arkasına alabileceğini, ABD’nin tarafsız kalacağını, İngiltere’nin komünizmin yok edilmesi için kendisini destekleyeceğini düşünmüştü. Fakat öyle olmadı. Anglo-Sakson kapitalizmi ile Sovyet sosyalizminin yeni bir dünya düzeni kurmak için ordularını birleştirmeleri 20. asrın düşünce dünyasında büyük fırtınalar yarattı.

Şimdikiler çok farklı. Bir kere tarihsel ve ideolojik derinlikleri yok. Ayrıca danışmanları kötü. Mesela birinin çıkıp Trump’a  ABD’nin emperyalist bir ülke olduğunu anlatması lazım. Adam durumu idrak edemedi, sürekli debeleniyor. Aslında Howard Zinn okuyarak ya da Noam Chomsky’den “briefing” alarak nasıl bir ülkeye başkanlık ettiğini öğrenebilir. Trump ve ona benzeyen adamlar kurulu düzenin  ya da eski düzenin      seçkinleri karşısında aşağılık kompleksi duydukları için her türlü saçmalığı yapabilirler.

Putin’in de idrak sorunu var. Birinin çıkıp ona asla eskisi gibi bir imparatorluk kuramayacağını anlatması lazım.  Bir ellerinde Ortodoks haçı, öteki ellerinde kılıç olan Rus Çarları Baba/Tanrı suretine bürünerek, ideolojik/dinî bir figür, yeryüzünün ve gökyüzünün mistik ve erişilmez hükümdarı olarak imparatorluğu bir arada tutabiliyorlardı. Sovyetler Birliği Komünist Partisi de Kiev’den Vladivostok’a kadar farklı milletleri ve kavimleri, bir tür polis devletinin eşlik ettiği  güçlü ve evrensel bir ideolojiyle, üstelik dillerine ve kültürlerine  dokunmadan (dinlerine biraz dokunarak) birleştirmeyi başarmıştı.   Nükleer silahlar ve süpersonik füzelerle imparatorluk kurulmaz, sıradan kapitalizmin ötesinde birleştirici bir ideoloji lazım.

Çin’in başarısının sırrı da ideolojide saklı.  Çin Komünist Partisi, Mao Zedung’u Deng Şiao-ping’le, hatta Konfüçyüs’le harmanlayarak partinin ideolojik alanını genişletti ve Sovyetler Birliği’nden ders alarak glasnost’u (açılım) olmayan bir perestroyka (yeniden yapılanma) uyguladı ve Komünist Partisi yönetiminde kapitalizme geçti.

Fakat bu güçlerin ve liderlerin yirminci asırdaki gibi insanlığa yol gösteren geniş  vizyonları, ister kapitalist ister sosyalist olsun kitleleri harekete geçiren ideolojik  görüşleri yok.  Woodrow Wilson gibi 14 Madde hazırlayan ya da Lenin gibi Komintern kuran ya da Mao gibi “Kültür Devrimi” başlatan; Tito, Nasır, Sukarno, Nkrumah gibi Bağlantısızlar Hareketi (1961) örgütleyen adamlar yok. Tüketim çılgınlığına kapılan dünyamız, öldürücü  silahların tehdidi altında,  neoliberal  ekonomiyle kafayı bulmuş vaziyette dönüyor.

Karl Marx, toplam üretim ilişkilerinin, farklı bilinç düzeylerine denk düşen hukukî ve siyasî üstyapının temelini oluşturduğunu söylemiştir.  Bunca tuhaf adamın lider diye devletlerin başına geçmesi,  siyasetin her alanında “negatif seleksiyon”un, küresel neoliberalizmin yarattığı  yozlaşmış kapitalist ortamın sonucudur. Aydınlık, 18. 01. 2019