RUSYA, BATI VE TÜRKİYE

Yavuz Alogan

         Rus Çarı İvan Vasilyeviç (Müthiş İvan) iç güvenlik örgütü Opriçnina’yı 1565 yılında kurdu. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ne (1776), yani ABD’nin kuruluşuna daha 211 yıl vardı. Siyahlar giyinip siyah atlarla gezen, işaret olarak köpek kafatası ve süpürge taşıyan gizli polis teşkilatı, “Cehennem Karanlığı” adıyla anılıyordu.

         Çar II. Aleksandr özel güvenlik örgütü Ohrana’yı 1866’da kurdu. Amerikalıların, Nazilerden devraldıkları arşiv ve istihbarat alt yapısıyla (Gehlen örgütü) CIA’yı kurmalarına (1947) daha 81 yıl vardı.

         Bolşevikler bu derin istihbarat geleneğini devraldılar. Ekim Devrimi’nden sonra ÇEKA, GPU, OGPU, MVD, NKVD, KGB gibi iç ve dış güvenlik ve istihbarat örgütleri kurdular. İç istihbarat, kabaca 1926’da başlayan Stalin döneminden 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar ülke içinde kuş uçurmadı, her şeyi, herkesi denetledi. Sovyet istihbaratı dünyanın bütün komünist partilerini aynı zamanda casus örgütleri olarak kullandı, başarılı oldu, Manhattan Projesi’ne ajan sızdırarak (George Koval, kod adı “Delmar”) atom bombası imalatıyla ilgili bilgilere ulaştı.

         KGB ajanı olarak 16 yıl casusluk yapan, Yarbay rütbesiyle teşkilattan ayrılan Putin 2000’li yılların başında bu kez kapitalist oligarkların Rusyasında iktidara geldiğinde, 1995’te kurulan Federal Güvenlik Servisi’ni (FSB) devraldı.  Troçki’nin 1918’de kurduğu  Gru (Askerî İstihbarat Servisi) olduğu gibi kaldı.  

         Bu kadar köklü ve tecrübeli bir güvenlik/istihbarat ağının savaş koşullarında ülkenin merkezinde pervasızca yapılan suikast ve sabotajları, Moskova’da gerçekleşen konser salonu katliamını, masum yurttaşların kurşunlanıp boğazlanmasını önleyememesi başlı başına bir zaaftır. Utanç verici bir zaaftır!

         Burada “hibrit savaş” ya da 4. Nesil Savaş konseptiyle karşılaşıyoruz. Rusya günümüzde her yerin savaş alanı olduğunu, savaş ile barış arasındaki sınırların belirsizleştiğini, silahlı kuvvetlerin I.ve II. dünya savaşlarındaki gibi klasik tarzda kullanılmadığını, desteklenen değil destekleyen bir unsura dönüştüğünü, silahlı militanlardan oluşan örgütlerin, siber saldırıların ve enformasyonun önem kazandığını, bütün bunlara yapay zekâ, yanıltıcı bilgi, medya manipülasyonlarından oluşan 5. Nesil Savaş’ın eklendiğini elbette biliyordu.

         Genel Kurmay Başkanı Valeri Gerasimov’un   2013’te Rus Askerî Bilim Akademisi’nde açıklanan hibrit savaş doktrini (Gerasimov Doktrini) 21. yüzyıl savaşlarına ilişkin kapsamlı bir değerlendirme içeriyordu. Rusya fazla kaynak (ekonomik ve askerî) kullanmadan bu doktrin sayesinde Güney Osetya ile Abhazya’yı Gürcistan’dan (2008), Kırım’ı Ukrayna’dan (2014) almayı başardı, Donbas bölgesinde etkili oldu ve DEAŞ’la mücadele bahanesiyle Suriye’ye yerleşti (2015).

         2022’de Rusya Hibrit Savaş taktiklerini bıraktı, Ukrayna’yı klasik/konvansiyonel yöntemlerle işgal etmeyi denedi. İşgal girişimi başarısız olunca, ülkenin doğu bölgelerini ilhak ve tahkim ederek savunmaya çekildi.

Fakat bu kez kendisi Batı’nın Hibrit Savaş taktiklerine hedef oldu,  NATO’nun stratejik kuşatması daha da genişledi (ters etki!). İsveç ve Finlandiya’nın emperyalist NATO ittifakına alınması  Petersburg’a batıdan yaklaşma istikametindeki engeli, tarafsız Finlandiya’nın oluşturduğu tampon bölgeyi aradan çıkardı; Rusya’yı sınır bölgesine 1300 km. boyunca askerî yığınak yapmaya zorladı; Kola yarımadasını, nükleer balistik Rus füzelerinin bulunduğu Murmansk deniz üssünü çevreledi; Rusların Arktik bölgeye çıkışını zorlaştırdı; NATO’nun Barendt Denizi’ni kapamasını kolaylaştırdı ve Kaliningrad Füze Üssü’nün bağlantılarını kesti.

Ekim 2015’te Hazar Denizi’ndeki dört Rus savaş gemisinden fırlatılan 26 füze 1500 km. giderek Suriye’deki 11 ayrı IŞİD hedefini vurdu. Fakat bu prestijli askerî hamlenin arkası gelmedi. Karadeniz’de Ukrayna (yani NATO), olası Odessa işgaline destek vermek ve Transdinyester’i korumak için Karadeniz’in batısında seyreden 80 Rus savaş gemisinin 35’ini saf dışı bıraktı, Amiral gemisi Moskova’yı batırdı ve güçlü Rus savaş gemileri doğuya, Novorossisk’e çekildi.

NATO, Dedeağaç’ta konuşlandırdığı ordunun yanı sıra Romanya’da Türk F-16 uçaklarının hava karakol görevi yaptığı Avrupa’nın en büyük askerî üssünü kurmaya girişti. Bu arada ABD sinsice Türkiye’nin tarafsız olmaya çalışan dış politikasını içeriden çökertmeye başladı. Türkiye’yi Ukrayna’daki orduların ana tedarikçisine dönüştürmek için Savunma Sanayi Başkanlığı’nda NATO Müdürlüğü kurma teklifini Saray’a kabul ettirdi.

NATO-ABD’nin nihai amacı Montrö’yü delmek, Karadeniz’de hâkimiyet kurarak Rusya’yı karaya hapsetmek. Türk savunma sanayiini ve ordusunu bu amaçla kullanacak.  Mayıs ayında Sayın Reis’in Oval Ofis’te huzura çıkmasıyla birlikte sürecin tamamlanacağını anlıyoruz.

Rusya’nın yeniden Ukrayna’yı işgal edip Baltık bölgesine yönelmesinin ya da Ukrayna’daki NATO kuvvetlerinin ilhak edilen bölgeleri ve Kırım’ı kara savaşıyla geri almasının ya da Rusya’nın içlerine doğru ilerlemesinin mümkün olmadığı son aylarda görüldü. Konvansiyonel savaş kilitlendi. Rusya’nın füze saldırıları Ukrayna’yla sınırlı fakat bütün NATO ülkelerinin Ukrayna üzerinden Rusya’ya her türlü saldırısı serbest.   

Batı’nın 4. ve 5. Nesil Savaş yöntemleriyle Rusya’yı yıpratarak içeriden çökertmeyi amaçladığı anlaşıldı. Prigojin isyanını biz unuttuk fakat bu olay işlenmesi gereken bir zaaf göstergesi olarak askerî bellekte yerini aldı. Öte yanda Kremlin, Rus halkını yeni Nazilere karşı ikinci Anavatan Savaşı verdiğine inandıramadı. Rus halkı yüzde 87 oy vererek Putin’i yeniden seçti ama savaşa gitmek için asker alma dairelerinin önünde kuyruğa girmedi.

         Bu zor durumda Rusya’nın izleyeceği hareket tarzı ve olasılıklar şöyle olabilir:

          ABD ve Avrupa’daki siyasî ortamın değişmesini bekleyebilir fakat mevcut siyasî ortam bunu beklemez; her defasında kendisini saldırılan, Rusya’yı ise saldıran taraf olarak göstermeyi beceren Batı emperyalizmi, taciz ve saldırılarını artırır, Kasım’da yapılacak ABD başkanlık seçimlerine kadar kısmî de olsa netice almaya çalışır.

         Rusya, Çin’le askerî entegrasyona gidebilir (bir tür Varşova Paktı) fakat Çin, olası Pasifik Savaşı başlayana kadar “dolaylı tutum”unu sürdürür; Rusya’yla “Varşova Paktı” kurmaktansa, ABD’yle bir tür Yalta Antlaşması yapmayı kesinlikle tercih eder.

         Kremlin, varlığının tehdit altında olduğunu görürse nükleer silah kullanmaktan çekinmez fakat Batı, Rusya’nın varlığını tehdit edecek ölçüde ileri gitmez, vekil güçler ve hibrit taktiklerle Rusya’yı içeriden ve dışarıdan yıpratarak zayıflatmayı, kışkırtarak askerî dengesini bozmayı, karışıklığa ve tereddüde sürükleyerek  kilitlemeyi, içeriden çökertmeyi tercih eder.

         Saray Rejimi var olduğu sürece, NATO’nun en büyük ikinci kara ordusuna sahip Türkiye adım adım bu tehlikeli oyunun içine sürüklenecek, sonunda Rusya ve İran’la karşı karşıya gelecektir. Türkiye’nin tarafsız kalmasını, NATO’dan çıkmasını talep etmek, bu yönde Saray’ı ikna etmeye çalışmak, ona veriler sunmak, yol göstermek, nasihatte bulunmak tamamen faydasızdır. Tarafsız kalmak, NATO’dan çıkmak ya da NATO’ya Türkiye’nin şartlarını dayatabilmek ancak Cumhuriyet’in geleneksel dış politika ilkelerine ve kuruluş değerlerine bağlı yeni bir devrimci siyasî iktidarın kurulmasıyla mümkün olabilir.  Veryansın, 31. 03. 2024

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *