
Yavuz Alogan
Bir suç örgütü olarak mafyanın üç temel yöntemi vardır.
Birincisi, yakın çevreyi ve ortakları suça bulaşmış kişilerden seçmek ya da birisiyle ortak olmadan önce onu suça bulaştırmaktır. Bu yöntem sürekli sadakatin güvencesidir. İşler kötüye gittiğinde sizin kadar suçlu olan kişiler sizi suçlayamazlar. Grup aidiyeti suç ortaklığıyla sağlanır.
İkincisi, rakip çeteyi fiziki baskı altına tutarken uzlaşma kapısını daima aralık bırakmaktır. İtaat karşılığında ödüllendirilme ile baskı altında ezilme arasında sıkışan rakip mafya şefleri, güçler dengesini dikkate alarak trajik bir seçim yapmak zorunda kalırlar.
Üçüncüsü, mimetik, yani öykünmeci, taklitçi olmaktır. Hayırsever, vatansever, dürüst ve mert bir iş adamı suretine bürünmek hem sosyal destek hem de koruma sağlayacaktır. Bu yöntemin başarılı olması, medya, reklam ve anket şirketlerinin çarklarını sıcak parayla sürekli yağlamayı, hatta onları ele geçirmeyi gerektirir. Algı ve imaj her şeydir, Hakikat’in ışığını keser.
Bu üç yöntemi neoliberal iktisat kurallarının geçerli olduğu, Devlet’in anonim şirket gibi faaliyet gösterdiği, para-baskı mekanizmalarını eşzamanlı kullanabildiği bütün ülkelerin siyasî toplumlarında görebiliriz. Ancak yargı bağımsızlığının olduğu ülkelerde sınırlanabilen ya da denetim altında tutulabilen bu yöntemler, yargının satın alınabildiği ya da mafyayla işbirliği yapan ya da kendisi mafyaya dönüşmüş iktidarların hüküm sürdüğü ülkelerde serbestçe uygulanır.
Siyasette mafyalaşmayı, bireylerden ve kurumlardan bağımsız olarak sistemin ürettiği kaçınılmaz bir sonuç olarak görmek gerekir.
Belediyeleri ele alalım. Bu sistemde yolsuzluk yapmadan, ihaleye fesat karıştırmadan, rüşvet alıp vermeden, yakın çevreyi suça bulaştırarak grup aidiyeti sağlamadan belediye yönetmek mümkün mü? Kımıldamadan koltuğunuzda oturmanız gerekir. Hangi siyasî partiyi temsil ediyorsanız edin, eğer belediyecilik yapacaksanız, sizden önce kurulmuş çarkları bozamazsınız, onları aynı şekilde döndürmek zorundasınız. Aksi hâlde sistem sizi dışlayacaktır.
Bu sistemde siyasî parti başkanı olmak istiyorsanız kurultay delegelerine programlarla, fikirlerle, ideolojiyle değil, elbette çanta dolusu parayla, tapu senetleriyle, makam mevki vaatleriyle gideceksiniz.
Parlamentoda dilediğiniz kanunu çıkarmak, hatta sıfırdan anayasa yapmak için gerekli çoğunluğa sahip olmak istiyorsanız rakip partinin milletvekillerini yeni anayasanın faziletlerine ikna etmenize gerek yok. Bu faziletleri, olup bitenleri anlamaya çalışan, size mecbur kalmış, mahkûm olmuş, bu yüzden enayi yerine koyduğunuz ya da kandırılmaya müsait bir çocuk gibi gördüğünüz örgütsüz, zavallı halka anlatacak, milletvekillerini ise makam mevki vaatleriyle, nakit parayla, tapu senetleriyle ikna edeceksiniz.
Buraya kadar her şey normal. İster iktidarda ister muhalefette olun, içinde bulunduğunuz, çarklarını döndürmekle mükellef olduğunuz sistemin bir parçası, ele geçirdiğiniz devletin ya da belediyelerin mutlak hâkimi, muazzam bütçelerin efendisi olarak mafya yöntemleriyle işinizi yürütebilir, kendinizi ve çevrenizi zenginleştirebilir, paraları yurt dışında istifleyerek geleceğinizi teminat altına alabilir, yargıçları satın alarak muhaliflerinizi tutuklatıp hapse atabilir, herkesi satın alabilirsiniz.
Fakat bir yere kadar…
O yer, yapılan işin suyunun ya da amiyane tabirle başka “şey”inin çıktığı, iyice abese vardığı, aşırıya kaçtığı, rezaletin son perdesinin artık gözlerden saklanamadığı yerdir.
Siyasî iktidarın “Gel seninle el ele verip ülkenin millî kimliğini ve idarî yapısını değiştiren bir anayasa yapalım, normalleşelim, ben de seni tutuklamaktan, parçalayıp imha etmekten vazgeçeyim” tavrı; ana muhalefetin ise “Ama ben sana güvenmiyorum, önce beni imha etmekten vazgeçtiğini, normalleştiğini anlayayım, sonrasına bakarız” diye nazlanması, abese varmanın şahikasıdır ve bu yazının girişinde sıralanan mafya yöntemlerinin eksiksiz uygulandığını gösterir. Hayal perdesinde canlandırılan bu Hacivat-Karagöz oyununu izlemek zorunda değiliz.
Bu şekilde abese varılan yer, aynı zamanda halkın siyasî iktidar tarafından fena halde söğüşlendiğini, aptal yerine konulduğunu, anket sonuçlarına göre ayarlanan söylem ve vaatlerle sürekli manipüle edilip aldatıldığını, küçük birer mafya örgütü gibi yönetilen siyasî partilerin ise kendi menfaatlerini siyasî iktidarın bekasıyla tevhit etmeye yatkın olduklarını anladığı yerdir.
Bu anlayışa ilk ulaşan, elbette nüfusun eğitimli, yurtsever, namuslu, tarihine ve millî kimliğine bağlı orta sınıf kesimidir. Bu kesimi ikna edemeyen, en azından kandıramayan siyasî iktidarın da muhalefetin de geleceği yoktur. Bu sınıfı kaybeden ülkenin de geleceği yoktur.
İkinci kesim, asker sivil devlet bürokrasisidir. Tarihin hiçbir döneminde devlet bürokrasisinin tamamını satın almaya yetecek kadar geniş kaynaklara sahip bir siyasî iktidar görülmemiş, sonsuza kadar bürokrasiyi denetim altında tutabilecek bir idarî mekanizma icat edilmemiştir. İşler abese vardığında bürokrasi çözülmeye başlar.
Muhalefet sistemin siyasî partilerinden ibaret değildir. “İktidardan memnun değilim, o hâlde muhalefete döneyim” dediğinizde, sisteme süreklilik kazandırmış olursunuz. Aynı laboratuvar koşullarında üretilmiş bir mafyadan diğerine koşup durursunuz, döne döne başınız döner. Kendinize dönerek halkın muhalefetini örgütlemek, hayal perdesini yıkmak, Karagöz ile Hacivat’ı aşağıya indirmek zorundasınız.
Açıkça dile getirilmiş, kâğıda yazılmamış olsa da her halk muhalefetinin bir programı vardır. Şimdiki halk muhalefetinin programı Devrim Kanunları’nın, Kemalist modernizmin, halkçı/kamucu yönetimin rengini taşımaktadır. Veryansın, 25. 05. 2025