
Yavuz Alogan
Kasrı Kanco’nun feodal beyi Ahmet Türk’ün “Çok da ifade etmek istemiyorum ama süreçten rahatsız olan bazı Kemalist kesimler var” sözü, Saray’a yapılan bir ihbar ve çağrıdır.
Kısa açıklamasında Ahmet Türk, siyasî toplumun yeni çözüm sürecine uygun biçimde yeniden tertiplenmesini, Meclis’teki siyasî partilerin bir komisyon kurarak “süreç”te birleşmesini istiyor. Tehdit de eksik değil. Saray beklentileri karşılamazsa, araba devrilirmiş! Bu durumda, “bir kaos ortamının doğacağını unutmamak gerekir,” diyor.
Feodal beyin “sürece sonuna kadar destek verdiğine inanıyoruz,” dediği Özgür Özel’in CHP mitinglerinde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye slogan atan kitleden ayrılmasını, Saray ve MHP ile PKK/DEM’in esrarengiz “barış” programının bir parçası olmasını istiyorlar. Meydanlarda toplanan kitlelerin CHP’yi Kemalizm’e doğru sürüklemesinden korkuyorlar.
Saray da bundan korkuyor ve CHP’yi “ahtapot gibi kolları olan İmamoğlu organize suç, hatta terör ve casusluk örgütü” iddiasıyla çökertmek, teslim almak istiyor, aksi hâlde saf dışı bırakmaya, hatta kapatmaya çalışacak. CHP komployu görüyor fakat ideolojik ve programatik tutarlılığa sahip olmadığı için ne yapacağını, hangi yöne gideceğini bilemiyor. Ayrıca içi karışık, merkezi kararsız, yakın çevresi baskı karşısında çözülme belirtileri gösteriyor.
Peki, “süreçten rahatsız olan Kemalist kesimler”e ne yapacaklar? Onlara sürekli povokasyon yapacaklar, tepki gösterenleri “darbeci, terörist, din düşmanı” ilan edecekler, gözaltına alacaklar, tutuklayacaklar. Boğaziçi Üniversitesi’ne konferans vermesi için şeriatçının davet edilmesi bu amaçla düzenlenmiş bilinçli bir komplodur. Tepki gösteren öğrencilerin dışarıdan “şeriat isteriz” diye slogan atan hazır kıtalarla kuşatılması, çok uzak geçmişten aşina olduğumuz saldırı ve kışkırtma tarzının tipik bir örneğidir. Önümüzdeki günlerde bu etki/tepki/baskı modelini her yerde göreceğiz. Bu arada sosyal medyada “Kemalistler PKK’den, hatta FETÖ’den bile daha tehlikeli” mealindeki paylaşımlarda belirgin bir artış var.
Sevr şöyledir, Lozan tapu senedidir; Mustafa Kemal Samsun’a çıktı, savaşı kazandı, devrim yaptı; laiklik ülkenin harcıdır, tevhidi tedrisat bilimsel eğitimin teminatıdır; Köy Enstitüleri nasıl kapatıldı; Türkiye bir hukuk devletidir diye insanları bilinçlendirmeye çalışmanın bu saatten sonra yazanı, söyleyeni, dinleyeni ve okuyanı ferahlatmaktan, nostaljik duygularla topluca iman tazelemekten başka faydası yoktur.
Bu başlıklar altında her kesim farklı biçimde konsolide oldu. Anlatarak, açıklayarak kafalardaki kilidi açamazsınız. Kıymeti harbiyesi olan, kitlesel ve netice alacak örgütlü bir siyasî etki yaratmak gerekir. Saflar su sızdırmaz engellerle kesin olarak birbirinden ayrılmış, farklı dünyalar hâlinde bölünmüş bir kere. Bu kadar bölününce, hesaplaşmadan kaçamazsınız.
Aslında bu bölünme Cumhuriyet tarihi boyunca hep vardı. İttihat ve Terakki’yle başlayıp 1961 Anayasası’na uzanan çizgi ile Hürriyet ve İtilaf’la başlayıp AKP iktidarına uzanan çizgi arasında tarihsel bir bölünme; millî birlik ile anasır-ı İslâm ya da millet ile ümmet arasında siyasetin körüklediği sürekli bir gerilim oldu. Fakat bu gerilimli saflaşma askerî darbe dönemlerinde bile yok edilemeyen kuvvetler ayrılığı ilkesine bağlı, denge/denetleme mekanizmaları olan sahici bir Devlet tarafından baskı altına tutuldu.
Saray üç referandumla (2007, 2010, 2017) bu Devlet’i tamamen yıktı ve kendi siyasî partisini devlet olarak örgütledi. Şimdi kendi iç cephesini kurarak, bu cepheye katılmayanları “hain” ilan etmeye hazırlanıyor. Meclis’e getirdiği yasalarla son rötuşları yapacak.
Sınırsız merkezileşmenin, her şeyi tek elde toplama sarmalının hızlanacağını anlıyoruz. Gerek gördüğünde rütbeli personeli ordudan atacak ya da kıdemine bakmadan terfi ettirecek, belediyelere başkan atayacak, müsteşarlığı geri getiriyorum diye bakanlıklara Saray komiserleri atayacak. Ne isterse yapacak.
Sayın Reis, “durağa gelince ben bu demokrasi tramvayından inerim” diyecek kadar açık konuşan biri. Nihai hedefini saklamadı.
“Lozan’ı bize zafer diye yutturmaya çalıştılar” diyebilen bir Cumhurbaşkanı’na “ama o ülkenin tapu senedidir” diye itiraz etmenin; “muhtarîyeti hâiz vilâyet” sistemini getirdiği için Cumhuriyet öncesi 1921 Anayasası’nı PKK’yle birlikte savunan taraftarlara anayasa ve tarih dersi vermenin ne faydası var? Herkesin tarihi kendine.
Saray, elverişli bulduğu uluslararası koşullarda kendi devrimini tamamlamaya, Türk milletini Türk-Kürt-Arap ümmeti olarak tanımlamaya, ABD’nin bölgesel taşeronluğunu yapacak Osmanlı eyaletler sistemine benzer yeni bir devlet kurmaya (bkz. Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabı) hazırlanıyor. Daha iki gün önce sosyal medya hesabından şöyle dedi:
“Tüm insanlığın göz bebeği olan bu stratejik coğrafyada Türk, Kürt ve Arap birlikte var olmuş, birlikte savaşmış, galibiyeti de mağlubiyeti de hep birlikte yaşamıştır (…) Biz bu coğrafyada ittifak yapınca büyüdük, güçlendik, cihana hükmettik. Ancak dağılınca hep beraber fetreti yaşadık” Türklerin Anadolu’daki hâkimiyetinin başlangıcı sayılan 1071 Malazgirt’i bile “Türk, Kürt, Arap’ın ortak zaferi,” diye tanımlıyor.
Fetret (belirsizlik, karışıklık) derken Cumhuriyeti ve Devrim Kanunları’nı kastettiği, Türk milletinin egemenliğini “bölücülük” olarak anladığı açık değil mi? Üç ortaklı, üç kimlikli, üç dilli yeni bir devlet kurarsak emperyalizm bize bir şey yapamazmış! Oysa emperyalizm tam da bunu istiyor: üniter bir ulus-devlet değil, Irak ve Lübnan benzeri etnik ve mezhebî hatlarda coğrafi ve idarî olarak bölünmüş, kolayca çekip çevirebileceği, çok parçalı, dışa bağımlı, zayıf ve sorunlu bir Türkiye!
Neyse, uzatmayalım…
Vahim olan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ikinci perdesinde ABD-İsrail, PKK/DEM/SDG ve Saray arasında stratejik bir örtüşmenin ve çıkar birliğinin oluşmasıdır. Emperyalizm, İsrail’e stratejik derinlik kazandıracak bir büyük Kürdistan, PKK/DEM/SDG Türkiye’de başlangıç evresi olarak özerklik statüsüne sahip bölgesel bir Kürt yönetimi (Pervin Buldan: “Suriye’de statü elde ettik, şimdi sıra Türkiye’de”), Saray ise her türlü jeopolitik tavizi vererek kendi iktidarına dışarıdan destek verilmesini ve diktatörlük kurma çabasına göz yumulmasını istiyor.
Başka deyişle, ABD-İsrail ile Saray-MHP ve sözcülüğünü DEM’in yaptığı ayrılıkçı Kürt hareketi aynı çizgide buluştu. Ana muhalefet ve düzen partileri icazetine muhtaç oldukları emperyalizmi doğrudan karşılarına alamadıkları için mırın kırın etmekle yetiniyorlar. Kararsız CHP, doğal müttefik olarak gördüğü DEM’in Saray yönünde yaptığı geniş manevraları anlamaya çalışıyor.
Hızla yoksullaşarak orta sınıf statüsünü gelecek beklentisiyle birlikte kaybeden eğitimli KEMALİST kitleler, devletin asker sivil bürokratları, siyasî toplumun tamamı, damardan yavaş yavaş alıştırarak verilen bu rejim değişikliğinin nihai sonuçlarına razı olacaklar mı? Şimdiden, hatta hemen şimdi cevaplanması gereken soru budur! Yarın çok geç olabilir. Veryansın, 18. 05. 2025