Yavuz Alogan
Ayı, her bakımdan dikkate değer bir hayvandır. Asla tam olarak evcilleştirilemediği için, hayvanlar aleminin en yetenekli ve hissiyatı en derin varlığı olduğu pek bilinmez. Ormanların derinliklerinde gözlerden uzak yaşayan ayılar, aile hayatından pek hoşlanmayan, doğanın ritmiyle uyumlu, gayet disiplinli, muhteşem ve akıllı varlıklardır. Nitekim, anarşistlerin babası Mihail Aleksandroviç Bakunin, bu konuyu özel olarak incelemiş ve ilk atalarımızın maymunlar değil, “her şeyi yiyen, zeki ve yırtıcı ayılar” olduğunu saptamıştır. İhtiyar anarşist, Darwin’in türlerin kökenine ilişkin tezlerine rağmen, insanların ayılardan türediği görüşünden asla vazgeçmemiştir.
Ayı, aynı zamanda müşfik bir hayvandır. Yıllar önce bir ayı tarafından kaçırılarak uzun süre bir mağarada misafir edilen orta yaşlı bir İtalyan kadın, serbest kaldıktan sonra basına verdiği demeçte, ayının kendisine o güne kadar birlikte olduğu bütün erkeklerden çok daha şefkatli davrandığını anlatmıştır. Basın mensupları ayının da fikrini almak için harekete geçmişler, ancak çapkın hayvanın ormanların derinliklerinde çoktan kaybolup gittiğini görünce dosyayı kapatmak zorunda kalmışlardır.
Ayı tehlikelidir de. Ona bir çiftlik hayvanı muamelesi yapmak, üstelik geri zekâlı bir Gürcü kâhyayı başına dikerek bu vahşi ve zeki hayvanın etinden, sütünden, postundan istifade etmeye kalkışmak çok vahim sonuçlar doğurabilir. Ayıyla oynanmaz. Ayı çok keyiflenirse Kazaska oynayabilir mesela, ama onu beyaz bir tuvalet giyip sizinle vals yapmaya zorlarsanız, pençelerinden kurtulamazsınız.
Nitekim Rusya’nın NATO temsilcisi Dimitriy Rogojin, “Biz inek değil, Rus ayısıyız,” diyerek aradaki farkı ortaya koymak zorunda kalmıştır. “Bizi hafife almayın,” demiştir, Rogojin. ““Bizi eleştirenler, bir ineğe ‘seni parçalayıp yutacağız çünkü açız’ diyen bir kurda benziyor. Ancak, biz inek değil, Rus ayısıyız” (Milliyet, 16.08.08) Bu sözler çok derin bir tarihsel gerçekliği ifade ediyor ve arkasında bütün bir tarih uğulduyor. Bu sözlerin arkasında, Puşkin, Gogol, Dostoyevski, Şostakoviç, Prokofyev; Sonin ve Egorov gibi büyük matematikçiler ve Saharov gibi Nobel ödüllü fizikçiler; büyük satranç şampiyonları, Napoleon ve Hitler ordularına direnen derin bir halk kitlesi; özetle, muazzam bir tarihsel, kültürel ve bilimsel birikim durmaktadır. Şapka çıkarmak ve önünde saygıyla eğilmek lazım.
Rus Ayısına Hırızma (?)
Güney Osetya’yı işgal eden Rusya’nın, Batı’ya dönerek “Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü unutun” demesi, Türkiye’nin de önemli bir yanılgısını ortaya çıkardı. Türkiye, ABD’nin Rus ayısını ehlileştirdiğini, böylece Kafkaslar’da kendisine de önemli roller düşeceğini sandı. Amerika’da öğrenim görmüş züppe Şaakaşvili’nin Soros’un paracıklarıyla yaptığı Gül Devrimi’ni kalıcı bir şey zannetti. Rus ayısının, Amerikalılar tarafından kızgın saç üzerinde eğitilip burnuna hırızma takıldığını, “Hamamda kadınlar nasıl bayılır, göster bize kocaoğlan!” denildiğinde, sırtüstü yatıp sevimli hareketler yapacağını sandı (bu ilhamı belki de Gorbaçov ve Yeltsin vermiştir!). Dandik Gürcü ordusunu Ruslara karşı vurucu bir güç olarak Amerikan silahlarıyla eğitip donatmak; Rus tankları bu sefil orduyu dağıtınca da “Balkan Platformu” falan diyerek, üstelik Ermenistan-Azerbaycan ihtilafında taraf olmuş bir ülke olarak oraya buraya koşmak neyin nesidir? Mesleki kariyerini İETT’de, siyasal kariyerini de Necmettin Hoca’nın dizi dibinde yapan Türkiye Başbakanı’na, Çarlar’ın postunda oturan, kulağı kesik eski KGB ajanı Putin’in kapalı kapılar ardında ne dediğini merak etmez misiniz? Türkiye hiçbir tarih bilincine sahip olmayan yetersiz bir kadro tarafından çok tehlikeli biçimde yönetilmektedir.
Coğrafi Koşullar
Kafkaslardaki son gelişmeler ve Polonya’daki füze kalkanı krizi üzerine, Troçki’nin sözlerini hatırlamamak mümkün mü? 1939’da şöyle demiştir: “Çarlık İmparatorluğu’nun bulunduğu bölgede meydana gelen proletarya devrimi, daha başından itibaren Baltık ülkelerini fethetme girişiminde bulundu ve bir süre için fethetti … bir ara (1920) ordularını Varşova’ya kadar gönderdi.” Bundan sonraki cümleye özel bir dikkat gerekir: “Devrimci yayılma hatları Çarlığın yayılma hatlarıyla aynı idi; çünkü devrim coğrafi koşulları değiştirmez” (Marksizmi Savunurken, Kardelen, 1992, s. 59).
Karşıdevrim de coğrafi koşulları değiştirmemiştir. Bugünkü kapitalist Birleşik Devletler Topluluğu, Çarlığın ve ardından gelen Devrim’in yayılma hatlarını izlemek zorundadır. Neden? Çünkü devrim (ve aynı zamanda karşı devrim) “coğrafi koşulları değiştirmez.”
Rusya’nın yayılma hatlarını görmek için haritaya baktığımızda, karşımıza Polonya ve Baltık ülkeleri (Litvanya, Letonya ve Estonya) ile Kafkasya bölgesi çıkmaktadır. Polonya Rusya’nın içlerine doğru açılan düzlükleriyle yüzyıllarca Rusya’nın güvenliği açısından önem taşımıştır. Baltık limanları ise bir dünya gücü olmak ve diğer dünya güçlerinden korunmak için gereklidir. Ukrayna yüzyıllarca Rusya’yı besleyen bir tahıl deposu olmuştur. Güçlenmek isteyen, bağımsız bir Rusya’nın Sivastopol limanından vazgeçmesi mümkün mü?
Rusya’nın yayılma hatları bunlardır. İşgal mi edecek? Elbette hayır. Bugünün dünyasında mızraklı süvari birlikleri ya da motorize tümenlerle huruç eyleme imkânı yok. Riga limanını (Letonya) ele geçirmek ya da Polonya’ya girip Varşova’ya doğru ilerlemek, Güney Osetya’yı ve Abhazya’yı Gürcistan’dan koparmaya ya da Tiflis’i kuşatmaya benzemez (yine de belli olmaz; mevcut ekonomik krizin iyice derinleşmesi, ABD’nin İran’a saldırması, Avrupa Birliği ülkelerinin dağılması, Pakistan’ın İslamcıların eline geçmesi falan derken durum değişebilir: “Gelecek Uzun Sürer”).
Peki ne olacak? Rusya bu bölgelerde ABD hâkimiyetinin yayılmasına bundan sonra izin vermeyecektir. Gürcistan’a yapılan askeri harekât, Rusya’nın kendi tarihsel “yayılma hatları” üzerinde nükleer silahlanmaya, “Gül Devrimi” gibi soytarılıklara ve füze kalkanlarına razı olmayacağını ortaya koymuş ve ABD’nin tek küresel silahlı güç olma yolunu kesmiştir.
Nükleer Satranç
Kesmiştir ama biraz da geç kalmıştır (Rus yetkililerin aşırı saldırgan söylemi belki de bu gecikmeden kaynaklanmaktadır). Rusya, kendi kaynaklarına ancak sahip çıkabilmiş, işbirlikçi burjuva kesimleri tasfiye etmiş, IMF’yi kovmuş ve enerji kaynaklarından sağladığı gelirleri devlet kasasında toplayabilmiştir. Bu arada Polonya 1999’da, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’yle birlikte; Baltık ülkeleri ise 2004’de Slovakya, Slovenya, Romanya ve Bulgaristan’la birlikte NATO’ya dahil edilmişlerdir. NATO’nun kapıları Ukrayna ve Gürcistan’ı da almak için ardına kadar açılmıştır.
ABD Polonya’yla füze kalkanı anlaşmasını imzaladı. Bunun üzerine Rusya Baltık filosundaki savaş gemilerini nükleer başlıklarla donatacağını, hemen ardından da Belarusya’da füze savunma sistemleri kuracağını açıkladı. Polonya’ya yapılan askeri tahkimatla birlikte, Amerikan nükleer füzelerinin Rus topraklarına yakınlığı 180 kilometreye inmiştir. Rusya’nın Genel Kurmay Başkan Yardımcısı General Anatoliy Novojitsin, Polonya’ya nükleer saldırı düzenleyebileceklerini, Polonya’nın artık “yüzde yüz hedef” haline geldiğini söylemiştir. Rusya önümüzdeki günlerde Beşir Esad’ı ağırlayacak. Rusların, eski SSCB gibi, Lazkiye limanına bir askeri üs kurması bekleniyor. Bu limanda nükleer bir Rus gücünün varlığı bölgedeki dengeleri değiştirecektir. Ruslar’ın Gürcistan’daki Poti limanını da Amerikalılara terk etmeyecekleri ve tahkim edecekleri görülüyor.
Soğuk Savaş geçmiş döneme kıyasla çok daha tehlikeli biçimde geri gelmiştir. Dünyanın tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçişini, ABD’nin tek süper imha gücü olmaktan çıkışını selamlayabilir; dünyanın yeniden bir dehşet dengesine oturmasını ve emperyalist yayılmacılığın durmasını, askeri bir stabilizasyona gidilmesini bekleyebiliriz.
Yeni Soğuk Savaş
Fakat bu seferki durum öncekinden çok farklı. Eskiden mesafeler bu kadar yakın, silahlı güçler bu kadar iç içe değildi; ABD’nin Ortaasya’da, Afganistan’da, Körfez’de askeri üsleri yoktu. İdeolojik açıdan da durum çok farklı. Rusya artık kapitalist bir ülke. Rus burjuvazisi, kendi ülke proletaryasının alın teriyle üretilen muazzam bir altyapının üzerine oturmuş, Avrupa’ya giden enerji kaynaklarını kontrol ediyor.
Soğuk Savaş döneminde, özellikle 1960’lı, 1970’li yıllarda Avrupa proletaryası sahip olduğu sosyal hakları ve refah devleti anlayışını biraz da batılı kapitalist devletlerin “sosyalist” Rusya’yla yaptıkları rekabete borçluydu; bütün dünya emekçileri de bu durumdan yararlanıyorlardı. Bugünün dünyasında bu türden kaygılara yer yok. Kapitalizmin sömürü alanı bütün yeryüzünü kaplamış, bütün üretim güçleri kapitalist sermaye birikiminin hizmetine girmiştir. Dolayısıyla Yeni Soğuk Savaş, öncekinden hem çok daha tehlikeli hem de denge durumunun dünya halklarına sağlayabileceği faydalar çok sınırlı.
Rusya muhtemelen bir yandan Batı’ya yönelik nükleer tehdidini tırmandıracak, öte yandan Şanghay İşbirliği Örgütü’nü harekete geçirmeye çalışacaktır. ABD de Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya sokma ve Rusya’yı çevreleme ısrarını sürdürecektir.
Bu noktada Türkiye’nin tarih bilincinden tamamen yoksun yöneticilerinin ve onların ABD’de işletme “master”ı yapmış danışmanlarının son derecede tehlikeli olan girişimlerine tanık olmaktayız.
Montrö ve Gemiler
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Bryza, daha geçenlerde (8 Ağustos) Türkiye’nin kurmaya çalıştığını söylediği Kafkas Platformu (ya da ittifakı ya da paktı ya da her neyse!) konusunda “şaşırdığımızı söylemeliyim,” dedi. “Böyle bir girişimin yapılacağı konusunda bana bilgi verilmedi.” Bak sen şu işe! Sanki tiyatro oynanıyor. Parlak çocuk, düpedüz yalan söylüyor. Bu pakt hikâyesinin “Kafkas İstikrar Paktı” adı altında Kasım 1999’da İstanbul’da toplanan AGİT zirvesinde kotarıldığını bilmiyor olabilir mi? Üstelik hemen ardından şöyle diyor: “Türkiye ile Kafkaslar’da ortaklığımız var … Çünkü Türkiye ile Kafkasya ve ötesinde ortak çıkarlarımız var.” Sadece Kafkasya’da değil “ötesi”nde de “ortak çıkarlarımız” varmış! “Ötesi” neresi acaba?
Bu Balkan Platformu’nun (ya da ittifakının ya da her neyse!) bir Amerikan numarası olduğu ve Türkiye ile Rusya arasında gerginleşeceği hesap edilen ilişkiler için bir geciktirici tampon olarak raftan indirilip yeniden canlandırıldığı anlaşılıyor.
Bu arada bir de Montrö soytarılığı yaşandı. Türkiye hükümeti ABD’ye kahramanca (!) kafa tuttu: “Gemilerinizin ağırlığı 140 000 tonu aşıyor, Boğazlardan geçemezsiniz.” Bunun üzerine ABD, yalaka basının manşetlerine göre “çark” etti ve dedi ki, “Size ve Montrö Anlaşmasına saygımız sonsuz; madem öyle, biz de boğazlarınızdan toplamı 45 tonluk gemilerle geçiyoruz.”
Diplomasinin bir zarafeti olur. Bir halka bu kadar aptal çocuk muamelesi yapılır mı? Hayali darbeye karşı AKP’ye güç vermek için var olmayan demokrasiyi savunacağımıza Boğaz’ın iki yakasına dizilip emperyalizmin lanetli gemilerini protesto etmeyecek miyiz? Oradan daha nice Amerikan gemisi geçecek.
Şimdiki halde, iki donanma ve iki sahil güvenlik gemisi Karadeniz’e açılacak. İlk ikisinde tıbbi malzeme, çocuk bezi ve maması (Gürcü çocuklar yaşadı!); Amerikan mayonezi, ketçap, hamburger köftesi, ciklet, jambon ve prezervatif (Gürcistan demokrasisi için); diğer ikisinde ise Tomahawk ve Harpoon füze sistemleri ve askeri teknik ekipman (Ruslar için) bulunacak. Aslında Türkiye Hükümeti’ne bu gemilerden ikisini satın almasını ve birinin adına Yavuz (Goben), diğerinin adına Midilli (Braslau) isimlerini vermesini tavsiye ederiz. Böylesi, içinde bulunduğumuz tarihsel duruma çok yakışır. Sahi, Gürcistan’da hava alanı mı kalmadı? Neden Montrö’yü mevzua katarak Boğazlar’ı zorluyorlar? Karadeniz bir NATO gölü olmamalıdır! ABD’nin Rusya’yı Karadeniz’den kuşatmasına izin vermemek gerekir.
ABD gemilerinin Karadeniz’e açılması kısa süre içinde Rusya ile Türkiye’yi karşı karşıya getirecektir. Balkan Platformu (ya da her neyse!) girişimleri bu süreci ancak bir süre geciktirebilir, zira böyle durumlarda aşınmayacak tampon yoktur. Dahi bir stratej olan Ahmet Davutoğlu’nun ABD’nin kucağında çok yönlü diplomasi konsepti, gayet dar bir Soğuk Savaş siyaseti içinde donup kalacak, Soğuk Savaş havaları AB ile ABD’nin Türkiye üzerinden sürdürdükleri rekabeti daha da keskinleştirecektir.
I. ve II. Büyük Savaşlar’da dünyayı paylaşmaya çalışan emperyalist ülkelerin yeni bir kapitalist dünya kurma idealleriyle; bugünkü çakalların enerji yollarına hâkim olma ihtirası kıyas kabul etmez. Yapamayacakları şey yoktur. Bugünün emperyalizmi, sömürüyü kolaylaştırmak için ülkeleri din, mezhep, etnisine temelinde parçalayarak her türlü devlet denetiminden arınmış, emeğin küçük birimler halinde ve dizginsiz sömürüldüğü piyasa ekonomileri yaratmak istiyor. İnsanlık, sosyalizmi beceremediği için barbarlık uçurumunun kıyısında sallanıyor. Şu anki umutlar Rus ayısının bu kuşatmadan kurtulup Şanghay İşbirliği Örgütü’yle birlikte Amerikan yayılmasını durdurmasına indirgenmiştir. RED, 25. 08. 2008