HALK CUMHURİYET SAVCISINI ARIYOR

Yavuz Alogan

         Acil çözüm bekleyen temel sorun şudur: Saray’ın yirmi yıldır adım adım ilerlettiği ideolojik ve siyasî hegemonya girişimini son bir Anayasa değişikliğiyle tamamlaması, böylece hâkimiyetine süreklilik kazandırması nasıl önlenecek?

         Bu cümlenin altına pek çok şey yazılabilir: Türk milletini “Türk-Kürt-Arap ümmeti” olarak tanımlama niyeti (“çözüm süreci” bunun bir parçası); bu bağlamda, Anayasa’nın 66. ve 42.maddelerini değiştirme ya da kaldırma teşebbüsü; Sayın Reis’in “muhalefeti dönüştürme görevimiz” derken itiraf ettiği hedef, yani Saray’ın kendisine biat etmiş siyasî partilerden oluşan bir Meclis’le bir tür meşruti monarşi kurma hedefi.

         Soru şudur: Buna razı mıyız? Bu ülkenin siyasî toplumu, yargıçları, asker ve sivil bürokratları, sendikaları, üniversiteleri, esnafı, işçisi çiftçisi, emeklisi ve sokaktaki sıradan yurttaş buna razı mı?

         Saray’ın kalemşoru, boşuna heveslenmeyin diyor, bugünkü güvenlik bürokrasisinin yüzde yetmişi 15 Temmuz’dan sonra atandı.

         Peki yüzde otuzu razı mı? Yüzde otuz çok büyük bir güçtür, kitle desteği çarpan etkisi yaratır. Siz ülkeyi yönetenler Saray’da kaç kişisiniz? Kaç savcı ve yargıcı, toplamın yüzde kaçını kullanabiliyorsunuz?

Altı Osmanlı paşası toplam Osmanlı paşalarının yüzde kaçıydı? Yirmi yıldır unutturamadığınız ve köklerini sökemediğiniz devrimleri o altı paşanın ikisi milletin desteğiyle yaptı. Yüzde kaç eder? Cemaat kültürü içinde yetişenler toplum dinamiklerini, toplumsal etkileşimi anlamazlar.  Gücü paranın miktarı ve makam sahiplerinin sayısıyla ölçerler.

         Bir başka kalemşor, yeni duruma alışacaksınız, Anadolu ihtilalini kabulleneceksiniz, diz çökeceksiniz, diyor.  CHP’nin yüzde iki oy aldığı Yozgat’ta “İmamoğlu’na destek” (!) için traktörleriyle yürüyüş yapan çiftçi ya da Çorum’da “hükümet istifa” diye slogan atan binlerce yurttaş, sizin Anadolu ihtilalini hissetmedi herhalde.  Belki de alışamadı. Ya da ihtilali halka fark ettirmeden yaptınız…  Boykotu kırmak için elinde poşet alışveriş yapan ihtilalci bakanlarınıza gülmekten helâk olduk, neredeyse diz çöküp yerlere yatacaktık. Ülke ekonomisinde millî olan ne varsa sattınız, şimdi yerli malını boykot ihanettir demek komik olmuyor mu?

         Yeni yetme bir başka AKP kalemşoru ise yüksekten uçuyor. İsrail’le savaş an meselesiymiş!  Bu savaşta   İsrail’in burnunu kıracakmışız, ABD’nin sahada olması fark etmezmiş, onun da burnunu kırarmışız!

         ABD’nin karar değiştirdiğini, Suriye’yi bize emanet eden Trump’ın caydığını, bize bölgede başka yer gösterdiklerini ya anlamamış ya da anlamazlıktan geliyor.

         ABD Dışişleri Bakanı Rubio, 26 Mart tarihinde X’ten şu paylaşımı yaptı: “Her iki ülkeye de fayda sağlayacak ticaret ve güvenlik konusunda iş birliğini görüşmek üzere Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya geldik.  (…) Ayrıca Ukrayna ve Güney Kafkasya’daki barıştan, İran’ın istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerine karşı Suriye’yi desteklemeye kadar temel konularda ortaklık kuruyoruz.”

         Yani diyor ki Suriye’yle uğraşmayın, PKK’yle Rojava’yla ilgilenmeyin, İsrail’le dalaşmayın, Güney Kafkasya’da Rusya’ya, bölgede İran’a karşı mevzilenin. Talimatlarımızı bekleyin.

         Hakan Fidan, Brüksel’de NATO toplantısı devam ederken Reuters’a açıklama yaptı (04.04.25). İsrail’le konfrontasyon (çatışma, karşı karşıya gelme) istemiyoruz, “Eğer yeni Şam yönetimi İsrail ile belirli bir mutabakata varmak istiyorsa, bu onların bileceği bir iştir, biz buna karışmayız,” dedi.  “Suriye devrimi”nin  “Anadolu ihtilâli” kadar namevcut olduğunu, bölgede bize seyirci rolü düştüğünü anlıyoruz.

         Saray kalemşorlarının bir OHAL arayışında olduklarını, ortamı ısıttıklarını görüyoruz. Saray’a yönelik her muhalefeti bozgunculuk, iç ya da dış düşmanla işbirliği gibi göstermeye hazırlanıyorlar.

Silahşorların kalemşorları izlemesini, söz gelimi Alaaddin Çakıcı’nın Ogün Samast’la birlikte Özgür Özel’e tehdit mektubu yazmasını, Mustafa Kemal’in teğmenleri için “Bana yetki verin onları asayım” diyen Mehmet Ali Ağca’nın hedef kitlesini genişletmesini, Zonguldak’ta CHP’li genci bıçaklayan tipe benzer unsurların çoğalmasını bekleyebiliriz. Çürümüş sistemlerde mafyalaşan hükümet ile sahici mafya birbirine muhtaçtır, birbirini besler.

         Neyse, uzatmayalım, bu mevzu bitmez…

         Türkiye yakın tarihinin hiçbir döneminde bugünkü kadar ABD’nin avucunun içinde, şantaj altında ve küresel finans baronlarına bu kadar bağımlı olmadı. Önünde diz çökmemiz istenen “Anadolu ihtilali,” yağmalayıp yağmalattığı Türkiye’yi sömürgeleşmenin, bölünmenin eşiğine getirip bıraktı.

         Bu ahval ve şerâit içinde her türlü eylem, kitlesel gösteri ve boykot, her türlü kalıcı ve geçici siyasî/programatik ittifak, tarih önünde vicdanen, ahlaken ve anayasal olarak meşrudur.  Eylemlerde yabancı parmağı arayarak bu meşruiyeti sulandırmak isteyenlere, parmağı şöyle dursun yabancının kucağında oturduklarını her fırsatta göstermek boynumuzun borcudur.

         19 Mart bir bilinç patlamasına yol açtı.

         Halkın laisizme bağlı, eğitimli, aydınlanmacı, Kemalist kesiminin Saray’ın askıya aldığı Anayasa’da yer alan haklarını örgütlü biçimde kullanmaya teşebbüs etmesi, siyasî iktidar çevrelerinde korku ve panik yarattı.

         Saray, kendi kitlesinin bile güvenini kaybettiğini, en azından seçim kazanarak iktidarını pekiştiremeyeceğini; seçim kazanmak şöyle dursun, kendi varlığının, yani imajının ve servetinin tehlikede olduğunu kesin olarak anladı.

         En önemlisi, suskunluk kırıldı.  Zaten korkulacak bir şey yoktu, şimdi hiç yok! Yurttaşlar sokağa çıkıp iktidarı protesto edebileceklerini, yürüyüp slogan atabileceklerini anladılar, güçlerini gördüler.

Her devrim hareketinin ara hedefleri (ara hedefleri!) vardır. Haziran Ayaklanması’nın  hedefi yoktu mesela. Bu seferkinin var: erken seçim ve Türkiye’nin Bastille’i denilen Silivri’nin boşaltılması.

Dedikodu, iddia, rivayet, ifşaat ve karşılıklı kara çalmayla ortalığı bulandırmak, siyasî iktidarın yaratmaya çalıştığı kaotik ortama katkıda bulunmaktan başka fayda sağlamaz.  Bu evrede (bu evrede!) Saray rejimine karşı olan herkes, her kim olursa olsun, potansiyel müttefiktir. Tek şart, Saray rejimine karşı laik demokratik sosyal hukuk devletini savunmaktır. İttifak potansiyelini bozan her kim olursa olsun, Saray rejiminin aygıtı olmaya adaydır.

Yazılarımı okuyanlar (varsa!) şu ifadeyi sık kullandığımı bilirler: “Eli titremeyen Jakoben bir adalet duygusuyla…”

Saraçhane’de, tam da eli titremeyen Jakoben bir adalet duygusuyla bir yurttaşın Türk bayrakları ve kalpaklı genç Mustafa Kemal posterleri arasından Robespierre’in resmini ve “İhtiyacımız olan savcı” yazısını yükselttiğini görünce, heyecanlandım.  Kim demiş devrimci romantizm çağı sona erdi diye! Halk, kendi Cumhuriyet savcısını arıyor. Kesinlikle bulacaktır! Veryansın, 06. 04. 2025