TURUNCU DEVRİM

Yavuz Alogan

         Sovyetler Birliği’nin çöküşünü izleyen toplumsal hareketlere “renkli devrimler” denildi.

         Bu hareketlerin iki yönü vardı.

         Bürokratik baskı altında bunalan kitleler ifade ve örgütlenme özgürlüğü istiyorlardı.  Seçimler serbest ve hilesiz olmalı, yolsuzluklar önlenmeliydi.

         Batı ise bu talepleri neoliberal iktisat politikalarını uygulatmak, piyasa hâkimiyetini sağlamak, kamusal olan her şeyi özelleştirmek, küresel merkezle uyumlu iktidar yapıları kurmak için yönlendirdi.

         Emperyalizm bu “devrimler”in her birine bir isim verdi: Turuncu Devrim (Ukrayna), Gül Devrimi (Gürcistan), Buldozer Devrimi (Yugoslavya), Lale Devrimi (Kırgızistan)  vb… Bazıları başarılı, bazıları başarısız oldu. Bazı ülkelerde kararsız dengeler oluştu.

         Son girişim 2020’de Belarus’ta oldu. Seçimlerde hile yapıldığını anlayan halk “Özgürlük Yürüyüşü”ne başladı, Başkanlık Sarayı’na giden yolu kapattı. Göstericilere “sıçanlar” diyen Lukaşenko halkın karşısına hücum yeleği ve kalaşnikofla çıktı.

         Bunlar özgürlük isteyen bir halk için çok ağır olaylar. Belarus halkının ne hissettiğini anlamak için Haziran Ayaklanması sırasında İstanbul’da Sayın Reis’in halkı yatıştırmak için konuşmalar yaptığı otobüsün tepesine hücum yeleği ve kalaşnikofla çıktığını hayal edelim.

         Renkli devrimlerin sonunda ortaya çıkan yönetimler halkın başlangıç taleplerinden çok uzaktı. Halk anayasal özgürlükler, hilesiz seçimler, temiz toplum istemişti. Ona tam bağımlılık ve piyasa esareti verdiler. Varlıklar özelleştirildi, devletler yağmalandı, yolsuzluklar arttı, siyasî kargaşa sürdü.

Kendiliğinden gösterilerle dile getirilen meşru talepler meşru olmayan hedeflere yönlendirilebilir. Marx, yanlış hatırlamıyorsam Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’inde, “Her devrim hareketine o hareketin gerçek âmilleri dışında farklı unsurlar karışır,” demişti. Tabiî bunu söylemek için Marx olmaya gerek yok. Bir yerde büyük kitle hareketleri varsa her türlü istihbarat örgütü, iç ve dış odak onu yönlendirmeye çalışır.  Sokağa çıkıp davul çalsan etrafına yüz kişi toplarsın, herkes eyleme ayrı bir anlam atfeder. Önemli olan senin ne yaptığını bilmen, nihai hedefini belirlemiş olmandır. Bu da merkezi sağlam bir önderliği gerektirir.

         Neyse, konuyu dağıtmayalım…

         Emperyalizm neoliberalizmi dünyaya yaymak için biri “hard” (sert), diğeri “soft” (yumuşak) olmak üzere iki ayrı güç kullandı. Mesela Irak devletini yıktı, muazzam bir kaosa yol açtı ve buna “Mor Devrim” dedi. Libya liderini Fransızca ve İngilizce konuşan adamlar canlı yayında parçaladılar, ülke enerji devlerinin vekili savaş ağalarının eline geçti. Fakat halk 17 Şubat’ı hâlâ “millî bayram” olarak kutluyor. Yugoslavya iç savaşında on binlerce insan öldü. Çavuşesku’yu naklen yayında karısıyla birlikte kurşuna dizdiler.

         Parlamenter sistemle yönetilen, planlı karma ekonomi uygulayan Türkiye’de emperyalizm neoliberal dönüşümü sağlamak, kamuculuğu yok etmek için “yumuşak güç” kullandı. Önce ekonomik altyapıyı dayattılar. Takunyalı Özal’ın 24 Ocak Kararları’ndan, “Son sosyalist devleti yıktık” diyen Çiller’den, “Güçlü ekonomi” diyerek yapısal reform yapan Derviş’ten doğruca Saray Rejimi’ne geldik.

         Sayın Reis, askerî darbelerden yılmış halkın demokrasi, özgürlük, toplumsal kalkınma özlemlerine sahip çıktı, “Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri yapıp yolumuza devam ederiz,” diyerek AB’ye yöneldi.  İhvan-ı Müslimin profili başlangıçta çok düşüktü. O ilk dönemlerde Diyanet Başkanı, elinde kılıç, “Vatanımızın geleceğini hafızlarımıza, Kur’an’a gönül vermiş, Peygamber Efendimize hakkıyla ümmet olma yolunda yürüyen siz kardeşlerimize, yavrularımıza emanet edeceğiz,” diyebilir miydi? Diyemezdi!  Gericiler iktidara geldiklerinde de takıyye yapmaya devam etmişlerdi.  AKP peş peşe seçimler kazandı.  Sayın Reis, BOP Eşbaşkanı olduğunu, “Bu görevi yapıyoruz biz” diyerek ilan edebilen tek liderdir.

         Fakat operasyon özellikle 1 Mart (2003) Tezkeresi’nden sonra farklı biçimlere büründü. Küresel sistemin yumuşak gücü siyaset âlemini ve devlet yönetimini sürekli çalkalayarak eledi ve ayrıştırdı. Türk Ordusu’nun içindeki en bilinçli ve yurtsever unsurları, CHP içindeki bütün Kemalistleri, her nerede donanımlı birikimli yurtseverler varsa hepsini elediler. Kasetle komployla siyasî partileri dönüştürdüler, medyayı kullanarak siyaset alanını hamur gibi yoğurup istedikleri kıvama getirdiler. Zayıflayan Devlet’i AKP 2017’den sonra bütün dokularına kadar işgal etti, kendi suretinde yeniden yapılandırdı.

         Turuncu Devrim’in nihai amacı kamusal olan her şeyin özelleştirilmesi, küresel piyasalarla tam entegrasyon, ülke varlıklarının elden çıkarılması, burjuvazinin iç pazar yükümlülüklerinden kurtulması, dışa açık geniş bir mali spekülasyon alanının açılması ise, bu devrim AKP eliyle çoktan tamamlandı. Siyasî toplumun, asker sivil devlet bürokrasisinin basiretsizliği, korkaklığı ve iktidar çevreleriyle işbirliği eğilimi yüzünden parlamento devre dışı kaldı, dışarıdan her türlü şantaj ve yönlendirmeye açık bir başkanlık rejimi kuruldu.

         Sadece 28 Şubat’ın 18 maddelik programının uygulanması bile FETÖ darbe girişimini ve onun ardından gelen rejim değişikliğini önleyebilirdi.

         Sonuç olarak her türlü halk hareketini, çiftçi protestolarını, ufukta beliren işçi hareketini dış güçlerin oyunu, Turuncu Devrim denemesi diye tanımlamak tam bir sahtekârlıktır. Kendi menfaatlerini Saray’ın nihai hedefleriyle tevhit edenlerin her fırsatta bu sahtekârlığı yapacakları, her mücadele girişiminin ardında Turuncu Devrim, Soros vb arayacakları anlaşılıyor.  

Dış güçlerin gelmiş geçmiş en büyük oyunu, Turuncu Devrim’in esas faili, AKP iktidarı ve Saray Rejimi’dir.

         Tarihin siyasî İslam’a doğru salınan sarkacının gücünü ve enerjisini kaybettiğini, kısa süreli bir kararsızlık ve kargaşanın ardından ters yönde, kuruluş ilkelerine doğru hareketleneceğini anlıyoruz. Bunu kimse engelleyemez.   Veryansın, 01. 09. 2024