ÖRGÜTÜNÜZE SAHİP ÇIKIN!

Yavuz Alogan

Sarı Mercedes’ini kapısına park ettiği fabrikasındaki yazıhanede oturan burjuva, çevredeki yıkık dökük mahallelerde yaşayan proleteri sömürürdü. Sendikada örgütlenen proleter grev yapar, sadece ekonomik değil, toplumun bütün ilerici/devrimci güçlerinin desteğiyle siyasî taleplerde de bulunurdu.

         1980’e kadar olanlar, burjuvazinin temsilcisi Halit Narin’in “Bugüne kadar biz ağladık, siz güldünüz…” sözüyle belgelendi. Devlet sendikaları ezerek burjuvanın göz yaşlarını sildi, onu teselli etti.

İlericiliği, Aydınlanma’yı, her türlü halk inisiyatifini “komünizm” etiketi altında toplayarak imha eden Devlet, en büyük ikinci düşmanı etnik ve dinî bölücülükle uzlaştı ve nihayet en büyük üçüncü düşmanı irticaya bütün kurumlarıyla teslim oldu. Devleti teslim alan siyasî parti onun asker sivil bürokrasisini dağıttı, burjuvayı siyasete soktu, bakanlar kurulunda ona yer verdi, sermayenin temsilcisini ekonomiden eğitime, sağlıktan hizmet sektörüne kadar akla gelebilecek bütün yönetim mevkilerine yerleştirdi.

         Neoliberal dönemde burjuva siyaset kisvesine bürünerek görünmez oldu. Fabrikadaki yazıhanesini plazaya taşıdı, milletvekili, bakan, genel müdür, danışman, yönetim kurulu üyesi oldu. Hem şirketlerini yönetti hem de Devlet’e yol gösterdi; mafyayla, vurguncu lümpen burjuvayla bütünleşti.

         Görünmez olmakla kalmayan burjuva küreselleşmeden de istifade ederek gezgin oldu. Tekstil gibi ülkenin bir zamanlar en iddialı sektörünü işçilik maliyeti ve girdiler arttı, iç talep daraldı diyerek Mısır’a ve Doğu Avrupa’ya taşımaya başladı.

“N’oldu lan Orhan Kemal’in Çukurovası, pamuğu, tekstil sanayii?” diye soran yok. Şirketini parasını kapan dışarıya kaçıyor. Küresel Varlık Göçü İncelemesi’ne göre, sadece 2016 ile 2017 yılları arasında Türkiye’nin varlık diliminin yüzde 12’sini temsil eden 12 bin dolar milyoneri servetini yurt dışına aktarmış. Yalaka medya böyle şeyleri başarı gibi gösteriyor, “Tekstil sektörünün yeni rotası” gibi heyecanlı manşetler atıyor. Adam kendi holdinginin hisse senetlerini yurt dışında kurduğu şirkete satıyor.  İtiraz eden yok!

         Tarihsel olarak bir ülkenin yıkımın eşiğinde olduğunu gösteren en önemli belirti zenginlerin ülkeyi terk etmeye başlamasıdır.

         Parti Devleti dolar milyoneri üretti. İsviçre bankası UBS’nin “2024 Küresel Servet Raporu”na göre, ABD doları cinsinden kişisel servetimiz yüzde 63,2 artmış. 2023 yılında 60 787 olan dolar milyoneri sayımızın dört yıl sonra yüzde 43 oranında artması bekleniyormuş. Bu arada, Dünya Bankası verilerine göre, gelir eşitsizliğinin en kötü olduğu 28. ülkeyiz. Organize suçlar endeksinde ise Avrupa’da birinci, dünyada 14. sıradayız.

 Yıkımın eşiğinde durduğumuzun ikinci göstergesi anormal gelir ve servet eşitsizliğidir. Suç oranı, milyoner sayısı ve gelir eşitsizliği birlikte artıyor.  Turizm beldelerinde en pahalı yerlerin dolu olması, orta halli ucuz yerlerin boş kalması ve esnafın sinek avlaması manidardır.  Dolarda bir kırılma yaşandığı anda yabancıların yerli şirketleri armut gibi toplayıp cebine koyacağını söyleyen uzmanlar var.

         Büyük felaketlerin eşiğindeyiz. Türkiye, 1908 Hürriyet Devrimi öncesinde denildiği gibi, “hufre-i inkıraz ve pençe-i izmihlâl”dir (uçurumun kıyısında ve yıkımın pençesinde). Biz instagram ve Tik-Tok’la, Haniyye matemiyle, “cibiliyetsiz” terminolojisiyle, Ortadoğu çakallarının karşılıklı uluması ve füze atışlarıyla oyalanırken millet parçalanmakta, vatan bütün varlıkları ve değerleriyle birlikte elden gitmektedir.  Hakikat budur!    

         Neyse, konuyu dağıtmayalım…

         Burjuvazi mürteci/gerici kadrolarla kaynaşarak Parti Devleti’nin para trafiğini ele geçirirken, proletarya sendikalarını kaybetti. Bir zamanlar “DGM’yi ezdik” diye yüzbinleri sokağa döken DİSK, özelleştirme karşıtı dev mitingler yapan, on binleri “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” diye yürüyüşe geçiren Türk-İş, günümüzde mırın kırın eden, “dört kişilik ailenin bu ayki mutfak masrafı” diye anket yapan danışma kurullarına dönüştü. Parti Devleti’ne proje sunuyorlar. İşveren sendikaya üye olmaya teşebbüs eden işçiyi 4857 sayılı iş kanununun 25/II. Maddesine göre, “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymadın” diye işten atabiliyor. “Yöneticileri Etkileyen İş Stres Faktörleri” gibi enteresan bir alanda uzmanlaşmış Çalışma Bakanı, insanın asabını bozan feminen ses tonuyla, “Asgari ücrete ek zam yapılmayacak” gibi şeyler söylüyor. Milletvekili olmaktan başka şey düşünmeyen sendika yöneticisi “Aa, olur mu öyle şey!” mealinde tepki gösteriyor.     İşçiye de “En azından işsiz değilim” demekten, boynunu büküp razı olmaktan başka çare kalmıyor.

Doğa ve toplum boşluk kabul etmez. Boşalan yer doldurulur. Yerli sermaye para tomarlarını toplayıp tüyerken, maliyeti düşük işgücü arayan Çin fabrika kuruyor.  “Nev’i şahsına münhasır, yani kendine özgü sosyalizm”in dışarıya sermaye ihraç ederek batık ülkelerin mallarını toplamak, yabancı ülkelerin ucuz işgücünü sömürerek kendi orta sınıfını güçlendirmek istediğini anlıyoruz.

         Neyse, uzatmayalım… Konu sürekli dağılıyor.  

         Sonuç olarak, Manifesto’daki ünlü sözü biraz değiştirerek mevcut durumu özetlemek gerekirse, Parti Devleti “büyüler yaparak çağırdığı cehennem zebanilerine artık söz geçiremeyen büyücünün durumuna düşmüş bulunuyor.”

         Bu Parti Devleti’nin iç ve dış politikası, kamu yönetimi, ekonomisi, eğitimi diyaneti, sağlık hizmetleri, askeriyesi, tek kelimeyle iktidarı artık sürdürülemez. Kendisi de bunu bildiği için bütün siyasî toplumu suç ortağı yapmaya çalışıyor. Bir yanda yapay gündemler oluşturarak halkın dikkatini dağıtıyor.  Fakat öte yanda daha derin bir faaliyet yürütüyor. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün siyasî partilerin saflarına para ve imkân sızdırarak, gerektiğinde onları sıkıştırarak, bazen de göz yumarak, hepsini dışarıdan dayatılan aynı anayasal zeminde ve iktisadi programda birleştirmeye, böylece kendi ömrünü uzatmaya çalışıyor. Halkın içine yuvarlandığı derin çukurdan, ağır buhrandan, sorunlar yumağından iktidarı ve muhalefetiyle hep birlikte balon gibi havalanarak uzaklaşıyorlar. Aşağıya bakmadan beraber yükselenler, beraber düşerler.

         Traktörleriyle yol kapatan çiftçilerden ve Akbelen ormanlarından yükselen “Hükümet istifa!” sloganları yakında ülkenin her yerinde çınlayacak. Sermayenin rotasıyla övünen yalaka medya işçinin çiftçinin, yoksullaşan halkın rotasını ne zamana kadar görmezden gelecek? Traktörler Ankara’ya geldiğinde, üretici ile tüketici meydanlarda buluştuğunda, televizyonlarından yine penguen belgeseli mi gösterecekler?

          Ana muhalefet partisinin gaz alma çabaları, çapsız gösterileri, kendi yersiz umutlarını ve iktidar iştahını halka yansıtma çabaları bir süre sonra “Hükümet istifa!” seslerini bastırmaya yetmeyecek. Devlet, siyasî iktidarı bütün uzantılarıyla birlikte sırtından atarak sahici bir Devlet oluncaya kadar, demokratik laik ve sosyal hukuk devleti olarak yeniden örgütleninceye kadar bu sloganı her yerde duyacaksınız.

         Hani hep diyorlar ya “Örgüt yok, nerede örgüt?” diye. Örgüt var! Örgüt, Devlet… Bu en büyük örgütü siyaset esnafından, sömürücüden yağmacıdan, mafyadan, tarikattan cemaatten, eli titremeyen bir adalet duygusuyla temizleyeceksiniz. Devlet’i geri alacaksınız. İşçinin, çiftçinin, hızla yoksullaşan orta sınıfın, gerçek yatırımcı ve üreticinin şu anki isteği, esas talebi, gerçek niyeti budur. Örgütünüze sahip çıkın!…  Veryansın, 11.08. 2024