Yavuz Alogan
Sabahları bisiklet sürerken Devlet teorisini düşünmeye devam ediyorum. Herkesin günde en az bir saat Devlet’i düşünmesi gerekir. Şahsen ben hükümet ile Devlet’in aynı şey olmadığını, birincisinin seçimlerle değiştiğini fakat ikincisinin kalıcı olması gerektiğini iyice anladım.
Hükümeti kuran siyasî parti Devlet’i incitmeden ülkeyi yönetmelidir. Kendi kadrolarını devletin bütün kurumlarına destursuz sokarak esas teşkilatın anayasa ve kanunlarla belirlenmiş yapısını bozamaz.
Her Devlet’in kendi yerleşik, geleneksel bürokrasisi olmalıdır.
Max Weber -özetle- insanlar üzerinde en etkili otorite kurma aracı olarak bürokrasinin en yüksek verimlilik düzeyine ulaşma yeteneğine sahip olduğunu; doğruluğu, istikrarı, sert disiplini ve güvenilirliğiyle hem yoğun etkinliği hem de işlemlerinin kapsamı bakımından bütün diğer formlardan üstün olduğunu ve resmî olarak her türlü yönetim görevine uygulanabildiğini söyler (akt. G. Ritzer, Sociological Theory, McGraw Hill 2011, s. 129).
Böyle bir yapı yoksa Devlet’in varlığından söz edilemez. Siyasî parti kadroları böyle bir yapının yerini tutamaz.
Seçim kazanıp iktidara gelen siyasî parti hazır bulduğu devlet bürokrasisiyle çalışmak zorundadır; onu ortadan kaldıramaz, tahrip edemez, işlevini bozamaz.
İktidar partisi sokaktan topladığı eş dost akraba ya da tarikat cemaat kadrosunu elbette millî eğitim ya da maliye bakanı yapabilir. Fakat bakan her istediğini yapamaz. Devlet bürokrasisiyle çalışmak zorundadır. Müsteşarı, genel müdürü, şube müdürü ve uzman kurullarıyla bürokratik yapı devlet geleneğini, aklını, mantığını ve terbiyesini politik/idelojik bir karakter olan bakana aktarır, onun hareketlerini ve uygulamalarını düzenler. Bu ilişkinin bozulduğu yerde Devlet’ten söz edilemez.
Devlet kendi bürokratlarını seçkin (seçkin, elit!) bir tabaka olarak bizzat yetiştirir. Sadece eğitim öğretim yetmez. Adam ya da kadın tahsil terbiye görmüş, Amerika’da işletme mastırı yapmış, ingilizceyi bülbül gibi şakıyan biri olabilir. Fakat Devlet bürokratı olabilmesi için ya alt kademelerden başlayarak tecrübe edinmiş ya da bürokrat olarak yetiştirilmiş olması gerekir. Sokaktan aldığınız adamı bürokratik yetkilerle donatırsanız kendinize bağlı bir çete kurmuş olursunuz. Bu durumda Devlet yoktur.
Osmanlı bile tarikat tekkelerinin devlet teşkilatına sirayetini önlemek için başıbozuk yapıları Meclis-i Meşâyih adlı bir kurulla denetim altına almış; kendi bürokratını Enderun’da dinî bilgilerin yanı sıra matematik, mantık, coğrafya, edebiyat bilgisiyle donatmış; ona Latince, Arapça, Farsça öğretmiş; onu protokol kuralları, saray terbiyesi, hatta savaş becerileriyle yetiştirmiştir.
Oysa günümüzde Saray iktidarının referansı ve onayı bürokrat olmak için yeterlidir. İktidar makamına sadakatin tek ölçüt olduğu yerde Devlet yoktur.
Cumhuriyet döneminde bürokrat Mülkiye’de, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yetişmiştir. Devlet’in belleğini ve uzmanlığını temsil eden kurumlar kanunla kurulmuştur. AKP iktidarı bu kurumları bilinçli ve kasıtlı bir tutumla yirmi yıl içinde evreler hâlinde imha etmiştir.
1958’de 7163 sayılı kanunla Amme Enstitüsü adıyla kurulan, yüksek lisans ve doktora seviyesinde kamu personeli yetiştiren Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) 2018’de 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle lağvedilmiş, arşivine el konulmuş, uzman personeli dağıtılmıştır. Hükümetlere ve devlet bürokrasisine danışmanlık yapmak için 1960’da kurulan, iktisadî ve toplumsal kalkınma planları hazırlayan Devlet Planlama Teşkilatı, 1970’lerin sonunda Nakşibendi tarikatına teslim edilmiş, 2011’de birleştirilmiş, ayrıştırılmış ve imha edilmiştir.
Saray Rejimi, Cumhuriyetin geçmişten devralarak geliştirdiği, modernleştirdiği Mülkiye, Harbiye ve Maliye geleneğini, bütün eğitim kurumları ve altyapısıyla birlikte yok etmiştir. Yerine eşdeğer bir şey koyamamıştır. Burada Devlet’in insan kaynağının kurutulduğunu görüyoruz.
Bu Moğol istilasını, Devlet’in esas teşkilatına, belleğine, kültürüne, geleneğine yapılan bu hunharlığı bütün bir siyasî toplum ve siyasî partiler tam bir dalgınlık içinde aval aval seyretmişlerdir. Devlet’in devamlılığı varmış gibi, Saray kendi devletini kurmak için mevcut devleti kuruluş ilkeleriyle ve bütün kurumlarıyla yıkıp yerine tarikatlardan, cemaatlerden ve menfaat şebekelerinden, hatta suç örgütlerinden oluşan bir yapı ikame etmemiş gibi “Türkiye şöyle yapmalıdır, böyle yapmalıdır,” diye akıl öğretmeyi, ahkâm kesmeyi sürdürmüşlerdir. Türkiye derken, kimden, neden söz ettikleri belli değildir. Devlet’in kimliği yoktur, anayasadaki tanımını kaybetmiştir.
Türkiye’de entelijansiya benzeri kesimin son yirmi yılda olanları kavrayamadığını, kavradığı kadarını içselleştiremediğini, kafası kesilmiş tavuk gibi oraya buraya savrulan kurumları canlı sanmaya devam ettiğini, en tepede sahici bir Devlet duruyormuş gibi, normal seçim yordamlarıyla değişebilecek bir siyasî iktidar varmış gibi davranmayı tercih ettiğini, konforu iyice bozulana kadar bu uyur-gezer hâlini sürdüreceğini anlıyoruz.
Bu bürokrasi işlerinden anlayan bir arkadaşım geçenlerde bana, göreve başlatılan 100 kaymakamın sadece 9’unun Mülkiye mezunu olduğunu; millî görüş kökenli ya da iltisakları nedeniyle “güvenilir” kişilerin bir havuzda toplanarak başta üniversiteler olmak üzere devlet kurumlarına listeler hâlinde teklif edildiğini, paralel gayri resmî bir yapı olarak 2013 yılında kurulan Cihannüma Derneği’nin bu işlerle uğraştığını anlattı. Terfi ve atama sistemini devlet-altı grupların oluşturduğu yapıya Devlet denemez.
İktidar partisinin devletleşerek geleneksel kurumları yok ettiğini ya da işlevsizleştirdiği kurumları devlet dışı paralel yapılarla yönettiğini; aslında “hükümet” diye bir yapının da olmadığını, hükümetin bütün görev ve sorumluluklarını Saray’ın devraldığını, kanunların Saray ofislerinde danışmanlar tarafından yazıldığını, Cumhurbaşkanı’nın tek başına “olağanüstü hâle karar veren” konumunda olduğunu, Saray’ın icra kuvvetinin yargıyı esir aldığını anlıyoruz.
Son tahlilde bu ancak sömürgelerde görülen, kendi halkına, milletine değil emperyal merkezlere ve küresel sermaye odaklarına hesap vermek durumunda olan bir parti devletidir ve bizzat yarattığı krizin üstesinden gelemeyeceği anlaşılmıştır. Veryansın, 07. 08. 2022