SOKAĞIN BİBER GAZI VE SARAY’IN KREMALI PASTASI

Yavuz Alogan

         Mao Zedung yazılarında yüzmek, derin sular ve balık metaforlarını çok sık kullanmıştır. Halkı engin sulara benzetmiş, devrimciler bu sularda balık gibi olmalı, demiştir.  Aslında bu sözle, devrimcinin hayatını ancak kitlelerin içinde sürdürebileceğini anlatmak ister. Fakat elbette engin sularda yüzerken sürüden ayrılmamak, sürüyü bölmemek, çoğalmak, farklı ve tehlikeli balıkların arasına düşmemek, oltaya gelmemek, ağın içine girmemek gibi şeyler de önemlidir.

         Yine, yanlış hatırlamıyorsam, “Bir Kıvılcım Bütün Bozkırı Tutuşturur” başlıklı yazısında Mao Zedung, 1927’de Milliyetçi Guomindang’ın yaptığı muazzam komünist katliamına değinir ki bu tarihin kaydettiği en büyük katliamlardan biridir; binlerce komünist kurşuna dizilmiş, bazıları trenlerin buhar kazanlarına atılarak yakılmıştır; o sırada Çin’de bulunan André Malraux, İnsanlık Durumu adlı ölümsüz romanında bu trajik olayı anlatmıştır…

         Neyse, konuyu dağıtmayalım… Mao Zedung bu yazısında, yaşanan felakete rağmen kitlelere iyimser ve olumlu sloganlarla yaklaşmak gerektiğini, Guomindang’ın izlediği katliam siyasetinin “balıkları derin sulara sürmeye” yaradığını söyler. Buradaki “derin sular” kırsal kesimde yaşayan muazzam köylü kitleleridir. 

Mao’nun bu dönemdeki bütün yazıları kitleleri bir yerden (sanayileşmiş kıyı kentleri) başka bir yere (kırsal kesim) çekerek oralarda güç toplamak üzerinedir. Kafasında hep proletaryayı burjuvaziden, geniş köylü kitlelerini feodal şeflerden, orduyu başıbozuk savaş ağalarından ideolojik ve coğrafi olarak ayırma düşüncesi vardır. Bu ayrılma gerçekleştiği anda devrimin başlayacağını ve ulusal birliğin gerçekleşeceğini düşünür. Tam da öyle olacaktır. Mao Zedung, bu yöntemi savundukça ve uyguladıkça, Komintern’le (Moskova merkezli uluslararası komünist örgüt) çelişir, büyük anlaşmazlıklar çıkar, karşılıklı tavizler verilir. Sonunda devrimi Moskova’nın iradesine rağmen yaptığını söyleyecektir.

         Neyse, konuyu dağıtmayalım…  Engin sular ve yüzmekle ilgili Mao Zadung’un en önemli metaforu, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin başlangıcında ortaya çıkar.  O sırada 70 yaşında olan Mao Zedung,  Yangtze Nehri’ne girer ve on beş kilometre yüzer.  Sudan çıktığında şöyle der: “Derin sularda yüzmek, sığ sularda yüzmekten daha kolaydır.” Bu sözle pek çok şey anlatır. Parti mahfillerinde (sığ sular) alınan kararlar değil, kitleleri (derin sular) harekete geçiren inisiyatif önemlidir.  Aynı zamanda Mao, büyük altüst oluşlardan, serbest kalan kitlelerin yıkıcı ve yapıcı enerjisinden korkmamak gerektiğini de söyler. Nitekim bir keresinde, “Gök kubbenin altında muazzam bir karışıklık hüküm sürmektedir fakat durum mükemmeldir” diyerek, devrimci durumların önderlik için kusursuz bir ortam yarattığını belirtmiştir.

         Mao Zedung’un en önemli özelliği -bence- devrimci durumların, kitle hareketlerinin, büyük isyanların önünde engel tanımamasıdır. Kitle hareketinin önündeki engel kendi siyasî partisi bile olsa, o engeli aşarak kitle hareketine önderlik etmeyi savunur. Nitekim bir keresinde parti bürokratlarının kitle hareketini engellediğini, o dönemin ifadesiyle “revizyonist sapma” içinde olduğunu görmüş ve kızıl muhafızları (parti militanları) ayaklandırarak, onlara parti “karargâhları(nı) bombalayın!” talimatını vermiştir. Bu elbette çok riskli bir talimattı. Parti bürokratları onu parçalayabilirlerdi. Fakat sürekli ideolojik mücadele Mao Zedung için kendi hayatından ve partisinin konformist şeflerinin varlığından çok daha önemliydi.  Aynı özellik Lenin’de de görülür. Partisini birkaç kez dağıtmış ve bir sonraki evrede yeniden toplayabilmiştir. Bu türden atılımlarda bağımsız ve özgün analitik düşüncenin belirleyici olduğunu da kaydetmek gerekir.

Elbette böyle şeyler muazzam bir devrimci enerjiyi gerektirir. Mao Zedung’un metaforlarını andıran bir deyişle ifade etmek gerekirse, sessiz kuzu topluluğunun kaplan gibi kükremesini bekleyemezsiniz.  Gerçi günümüzde Mao Zedung’un dünyasında yaşamıyoruz. Bir kere köylülük neredeyse yok olmaya yüz tuttu. Kitlesel politik eylem söz konusu olduğunda proletaryanın yerini, henüz yerleşmemiş bir terimle “prekarya” olarak tanımlanan, klasik proleter tanımına uymayan, yoksullaşmış orta, alt-orta ve en alt sınıflardan oluşan karışık öfkeli insan toplulukları aldı, iletişim devrimi her şeyi anında öğrenen fakat olup bitenlerden pek bir şey anlamayan uyur-gezer kitleler üretti.  Fakat bütün bunlar Mao Zedung’un metaforlarını ve siyaset felsefesinin esaslarını geçersiz kılmaz.

Şimdi diyeceksiniz ki “Bu değerli arkadaş, neden bize böyle hikâyeler anlatıyor?”

Geçen hafta Reis’in Sarayı’nda verilen 29 Ekim resepsiyonunu izlerken bu düşünceler zihnime üşüştü. “Arkadaşın kafası karışık” olduğu için arada bir böyle tuhaf şeyler düşünüyor, idare edin artık…

Resepsiyona katılan, çok sevdiğim genç bir arkadaşımın sosyal medyada şöyle bir değerlendirme yaptığını gördüm: “Önceleri bize biber gazı atıyorlardı, şimdi ise pasta ikram ediyorlar.”

Bu sözlerde bir meydan okuma var.  “Bizi anladılar, onları kazandık; artık bizi dövmüyorlar, seviyorlar” demek istiyor.  Çok güzel! Büyük başarı! Burada bir “tersine radikalizm” söz konusu. Yani vazgeçilmez gördüğünüz iktidarın bir parçası olmak, kaderinizi mevcut siyasî iktidara bağlamak istiyorsunuz; ona yol gösterdiğinizi, hatta önderlik ettiğinizi sanıyorsunuz ve bu uzlaşmacı siyaseti kararlı bir devrimci retorikle, aşırı ajitasyonla devrimci bir eylemmiş gibi savunarak, size itiraz eden herkesi baskı altına almaya çalışıyorsunuz.

“Be adam, resepsiyondan Mao Zedung’a nasıl geçiş yaptın?” diyeceksiniz. Tamam, kızmayın!  İnsan zihni bazen tuhaf bağlantılar kurar. Aslında arkadaşımın yukarıdaki sözünü okuduğum anda aklıma  Mao Zedung’un bir şiiri gelmişti. Mao muhabbeti oradan çıktı. Biliyorsunuz, aynı zamanda şairdir kendisi.

Fakat kitaplığımı altüst ettiğim hâlde şiiri bulamadım. Acaba Mao’nun yayınlanmamış yazılarının yer aldığı Unrehearsed adlı kitapta mı yer alıyordu? [Penguen yayınlarından çıkan bu kitabı kime verdiysem lütfen ve acilen iade etsin!]

Şiiri bulamadım ama gayet iyi hatırlıyorum. Mao, bir Sırça Köşk’ten, Saray gibi bir yerden söz eder. Önemli adamlar orada bir toplantı yaparlar ve önemli kararlar alırlar. Şiir bu adamların kim olduklarını açıklamaz fakat onların Çang Kay-şek, karısı, generalleri ve bakanları, Komintern ajanlarından Hollandalı Henk Sneevliet ve Rus  Mikael Borodin gibi unsurlar,  Çinli bazı entellektüeller, Ortodoks (Moskova yanlısı)  komünistler, büyükelçiler, pasta yiyen şık hanımlar ve beyler olduğunu tahmin edebiliriz.

Mao, bütün şiirlerinde olduğu gibi bu şiirinde de canlı, fırtınalı doğa tasvirleri yapar. Dağlar gök gürültüsüyle sarsılmakta, şimşekler yalçın kayalıkları aydınlatmakta, azgın nehirler coşkun kitleler gibi yataklarından taşarak dünyayı yeniden biçimlendirmektedir.  Muazzam taşkınların önünde durabilecek hiçbir saray yoktur. Aldıkları kararlarla birlikte hepsi tarihin içinde yok olup gideceklerdir.

Günümüze dönmek gerekirse, sosyal refah devleti idealinin kaybolması, reel sosyalizmin yenilgiye uğraması, neoliberalizmin yarattığı küresel  gelir eşitsizliği, büyük insanlığın hakikat ve anlam arayışı  Lübnan’dan Paris’e, İspanya’dan Şili’ye, Irak’tan Hong-Kong’a kadar öncü sarsıntıları hissedilen hareketleri, kuzey ve güney Amerikalardan Çin’e, Rusya’dan Avrupa’ya kadar   bütün kapitalist dünyaya yayacak ve yeni paylaşım savaşında dünya halklarını silah teşhir ederek tehdit eden emperyalist ülkelerin çarklarını, önümüzdeki yüz yıl içinde kesinlikle kıracaktır. 

Biz bu uzun sürecin henüz ümmetten yeniden millete dönme, Aydınlanma değerlerini yeniden canlandırma, millî demokratik devrim kanunlarını yeniden uygulama evresindeyiz. Halkımızın Ödemişliler gibi kadın erkek çoluk çocuk topluca sokaklarda Zeybek oynayacağı günler gelecektir! Bu yüzden, biber gazından kurtulduk diye sevinmeyin, sarayların pastasına iştahınızı alıştırmayın. Yediğiniz her dilim pasta, yakın gelecekte midenize oturacaktır!  Veryansıntv, 31. 10. 2019