Yavuz Alogan
Partileşmiş Saray Devleti 31 Mart yerel seçimlerinde hezimete uğradı. İktidar partisinin genel başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı, bakanlarıyla birlikte fiilen propaganda çalışmasına katıldığı seçimi kaybetti. İçişleri ve adalet bakanları seçim öncesinde istifa edecek yerde, ilk kez nutuk atarak, esnaf ziyareti yaparak kendi adaylarına oy istediler. Devlet, seçimleri kaybetti.
Halk, Devlet’in tamamen iktidar partisine indirgendiğini ve ülkeyi yönetemediği görmüştü.
“Neoklasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım” yüzünden açlık sınırına gelen seçmen, Nass’lar etkili olmayınca yeniden neoklasik düşünceye dönerek ekonomiyi küresel bankerlere teslim eden Saray’ın iktisadî cehaletinden, sakarlığından ve umursamazlığından ürkmüştü.
Sonuç olarak, ortak propaganda dili olmayan, her sorunun çevresinden dolanan, kitlesel miting yapmaya bile cesaret edemeyen örgütsüz ve programı belirsiz CHP, tarihinin en büyük seçim başarısını kazandı.
Zelenskiy/Şaakaşvili’nin biyokimyasal politik bileşiminden oluşan İngiliz Pinokyosu, ABD-AB medyasının parlayan yıldızı Sayın İmamoğlu’nun lider postuna oturarak CHP’yi kendi çevresinde şekillendireceğini, hatta şekillendirdiğini anlıyoruz.
İmamoğlu “Yutkunarak Mustafa Kemal demeyeceksiniz” diye haykırdı fakat başkanlık makamında topluca dua ederek Anayasa’da yazılı laiklik ilkesini ihlâl etti. Bir elinde takke, diğer elinde kalpak var. Ortama ve icabına göre ikisinden birini giyiyor ve İstanbul sermayesi tarafından da destekleniyor.
Mansur Başkan, çevre ilçelerin ihyasına, merkezin ise ihmaline dayanan başarılı seçim stratejisiyle rekor seviyede oy topladı. Böylece Cumhurbaşkanlığı’na adaylık yarışında bir köprü başı tuttu. Dört yıl sürecek yarışta İmamoğlu, Özel ve Mansur’un, kendi aralarında anlaşamazlarsa canhıraş bir mücadeleye girişerek partiyi felç edeceklerini anlıyoruz.
Van’da başlayıp ülkeye yayılan dramatik olaylar Partileşmiş Devlet’in önünü göremediğini, Çözüm Süreci konusunda bölünmüş ve kararsız olduğunu gösterdi. Saray ile AKP’deki parti içi muhalefet arasındaki atışmalar medyaya düştü. Türkiye Cumhuriyeti’ni tükürüğüyle boğan PKK’nin has evladı önce gitti, sonra ayaklanma şantajıyla geri geldi, büyük bir özgüvenle Van Belediyesi’ne kuruldu. Kandil’in talimatıyla CHP’yi desteklediği için oyları azalan DEM, PKK’nin stratejik mevzilerini korudu.
Seçim süreci ve sonuçları bütün siyasî partilerin kendi içinde ideolojik ve programatik olarak bölündüğünü gösterdi. Bölücülüğe ve gericiliğe karşı kararlı tavır aldığı için partisinin genel başkanı ve İmamoğlu tarafından kınanan, istiskal edilen aday, CHP’nin tarihinde ilk kez Afyonkarahisarı’ı partisine kazandırdı. AKP içindeki muhalifler, Saray danışmanlarının Reis’i kandırdığını, yönlendirdiğini ilan ederek sosyal medyada kampanya başlattılar. Tarikatlar bile kendi içinde bölündü, telaşa kapıldı. CHP’li Adıyaman Belediye Başkanı “Belediye’nin kaynakları Menzil’e değil halka aktarılacak, kapıma gelmesinler!” dedi. Gerici Akit gazetesi “iftiracı” diye saldırıya geçti.
Her şeye rağmen seçim sonuçları Cumhuriyet’in Devrim Kanunları’na bağlı yurttaşlarda -ben dâhil- ferahlama yarattı. AKP’nin zayıfladığını, ülkeyi yönetecek kadrolar çıkaramadığını, çöküş sürecine girdiğini, yenilmez olmadığını gördük. Hepsi çok genç, eğitimli, çoğu 18 yaşından beri partili yeni belediye başkanlarının en azından tarikat ve cemaatlere kaynak akışını kesmelerini, seküler hayat tarzını korumalarını, bulundukları yörelerde laik bilimsel eğitimi savunmalarını (öğrenciyi imamdan kurtarmalarını), AKP’li belediyelerin yolsuzluklarını açığa çıkararak yargıyı harekete geçirmelerini bekleyebiliriz.
Sayın Reis ilk kez ofis memurları (bakanlar) ve danışmanları olmadan eşiyle çıktığı Saray balkonunda yine ilk kez bir Cumhurbaşkanı gibi konuştu. Herkes çok şaşırdı. Oysa şaşılacak bir şey yoktu. Sayın Saray bize değil, dışarıya hitap etti. “Bakınız ülkeyi nasıl demokratik biçimde yönetiyorum, seçim sonuçlarını ne kadar olgun ve dolgun bir tutumla, saygı ve hoşgörüyle karşılıyorum, beni deliğe süpürmeyin, sıcak paranızı benden esirgemeyin,” demiş oldu.
Saray, vazgeçilmezliğini kanıtlamak için Haziran-Kasım 2015 arasındaki gibi ülkeyi bir şiddet sarmalına ya da savaşa sokar mı, göreceğiz. Belki de kendi çöküş sarmalının elim ve vahim sonuçlarından kurtulmak için yerine bir veliaht bırakarak istirahate çekilir. Bu arada The Wall Street Journal’da Selçuk Bayraktar hakkında “Dronları Savaş Meydanında Ukrayna’ya Yardımcı oldu; Türkiye’nin bir sonraki lideri olabilir mi?” başlıklı, Jared Malsin / Elvan Kıvılcım imzalı bir yazı çıktı (WSC, 30.03.24). Emperyalizmin Türkiye’ye iktidar donu biçmek için ölçü aldığını, bir değil birkaç ata aynı anda oynadığını anlıyoruz.
Neyse, uzatmayalım…
En önemli sonuç devlet bürokrasisi ve yargıda görülecek. Saray’ın halkın güvenini kaybettiğini anlayan bürokrasi ve yargı, hesap gününün yaklaştığını hissederek Saray’a kısmen de olsa mesafeli duracak. Her nasılsa varlığını koruyan Cumhuriyetçi bürokratların ve yargıçların daha cesur davranacaklarını anlıyoruz.
Seçim sonuçları Sayın Saray’ın anayasa konusunda elini zayıflattı. Ancak Saray, 2011 yılında TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndan çıkan “64 Madde”yi Numan Kurtulmuş eliyle gündeme getirdi. “O zaman uzlaşmıştık, şimdi niye uzlaşmayalım?” mealinde konuştu.
Şahsen ben Meclis’teki muhalif partilerin “Türk” kavramının vatandaşlık tanımından çıkarılmasına, etnik kimliklere, tarikat ve cemaatlere anayasal güvence verilmesine fazla itiraz edeceklerini sanmıyorum. Rastlantı sonucu orada bulunan birkaç vatansever milletvekili belki sesini yükseltir. Keza 1921 Anayasası’nın 2. Maddesi’nde yer alan “Türkiye devletinin dini, din-i İslâmdır” ibaresine de karşı çıkmazlar. Ya da başka bir yoldan giderek, “laiklik” kavramını pekâlâ Anayasa’da bırakabilir, “Laik, demokratik, sosyal … vb.” ifadesine dokunmayabilirler. Defalarca ihlâl edilmiş, fiiliyatta anlamını tamamen kaybetmiş bir kavrama niye dokunsunlar? “Demokratik özerklik” denilen federasyona ve ana dilde eğitime kapı açacak maddeleri de anayasaya koyabilirler.
Toplumsal buhranın eşlik ettiği ağır ve çatışmalı bir siyasî kriz önümüzdeki dönemi belirleyecek, hayatın her alanında görülen kaos artarak devam edecektir. Bu dönemden ancak kesintisiz devam eden, Mustafa Kemal’in ifadesiyle “arasız” devrimlerle çıkılabilecektir. Devlet’i iktidar partisinden arındırarak yeniden kurmak, etnik ve dinî siyasî parti ve örgüt kurmanın anayasal olarak yasaklandığı (yasaklandığı!) koşullarda çok partili siyasî hayatı yeniden başlatmak gerekecektir. AKP çözülme sürecine girmiştir. Her zaman belirttiğimiz gibi, Saray’ın sahici bir diktatörlük kurma potansiyeli ve imkânı yoktur. Bu yönde atacağı her adım çözülmeyi hızlandıracak, kendi sonunu hazırlayacaktır. Veryansın, 07. 04. 2024