HALKI GÖRMEK

Yavuz Alogan

Örgütlü olmayan halkı göremezsiniz. Görünmez.

Sendikalarda, meslek birliklerinde, kooperatiflerde, derneklerde, hatta siyasî partilerde bile örgütlenememiş halkı nerede göreceksiniz? Çarşı pazarda, kahvehanede, otobüs durağında mı?

Saray rejiminin son yirmi yıllık uygulamaları ile işçinin memurun emeklinin yoksullaşması arasındaki bağlantıyı gösterip “politik” olarak yorumlanabilecek iki laf etmekten özellikle kaçınan, üye sayısı ve katılımı baş aşağı giden sendikanın, kâğıt üzerinde on binlerce üyesine rağmen kongresini yüz kişiyle toplayıp yönetim seçen meslek birliğinin tek bir işlevi olabilir:  gerici yağmacı düzenin meşruiyet görüntüsüne katkıda bulunmak! Saray’ın yere tebeşirle çizdiği dairenin içinde oynaşan dalaşan siyasî partiler de aynı işlevi görüyor, rejime demokratik bir görüntü veriyor, sahte bir meşruiyet sağlıyor.

        Seçim sürecinde, aynı programı farklı söylemlerle savunan eyyamcı politikacının ya da muhalif medya muhabirinin uzattığı mikrofona vatandaş derdini anlatıyordu: bamya yüz lira, çocuğun okul masrafı çok fazla, traktöre mazot koyamadım, gübre alamadım…

        Peki bu durumun 2010-2017 Anayasa değişiklikleriyle, Saray rejimiyle, laikliğin yok edilmesiyle, siyaset esnafının Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini aşındırmasıyla ve nihayet plansızlıkla, yağmacılık, yolsuzluk hırsızlıkla hiç mi alâkası yok?

        Bakınız, bu ülkede teorik iktisatçılar, sahici ekonomistler, iktisadî kriz olmadığını, yoksulluğun yolsuzluktan ve servet transferinden kaynaklandığını saptadılar, açıkça söylediler. “Ekonomik kriz değil toplumsal bunalım var; iktidar tarafından yaratılmış insanî bir trajedi var,” dediler.  “Gelir dağılımında emekçilerin aleyhine ‘sıçrama’ boyutuna ulaşan bir aktarımın hangi çevrelere, hangi boyutlarda intikal ettiğini bugün sadece kurgulayabiliyoruz,” diyerek yakındılar (Korkut Boratav, Solportal, 06. 08. 21).

        Vicdanı ve aklı olan muhalif bir siyasetin “seni ancak ben kurtarırım” diye atıp tutacak yerde, bu saptama üzerinden kendisini yapılandırması gerekirdi. Anket şirketine dönmüş, artık neredeyse kendisinden başka kimseyi temsil etmeyen cansız ruhsuz sendikanın Saray’dan sus payı niteliğinde ulûfe dilenecek yerde,  bu servet aktarımı üzerinden siyaset, evet siyaset, eylemli siyaset yapması, mitingler, yürüyüşler yaparak mücadele etmesi gerekirdi. Temel sorunları görmeyip gündelik sorunlar üzerinden uzlaşma arayan sendika ve meslek örgütlerinden sorunlara çare,  kördüğüm olmuş muhalefet partilerinden ise kurtuluş bekleyenlerin, Mustafa Kemal’in sözleriyle, “şaşarım aklı perişanına!”

        Neyse uzatmayalım…

        Bir de halkı fevkalâde kurnaz, işini bilen, asla tufaya gelmeyen   bir varlık olarak tanımlayanlar var. Siz halkı anlayamazsınız, ona yol gösteremezsiniz, o işini bilir havasında konuşuyorlar. Halk öyle uyanık ki kendisine yol göstereni suya götürüp susuz getiriyor, getirdiği yerde tuz yalatıp tekrar suya götürüyor, yine susuz getiriyor. Gerçekten böyle bir halk olsaydı, onun sopaya ihtiyacı olduğunu düşünürdük. Fakat biz eğitime, uygulamalı yurttaşlık eğitimine inanıyoruz, Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki gibi göstererek yaşatarak öğretmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.

        Yurttaş olarak, işçi memur öğrenci olarak anayasal güvenceyle sahip olduğu her bir hak ve özgürlüğü 40 yıl boyunca evreler hâlinde kaybetmiş ya da kullanamaz hale gelmiş, Cumhuriyet Devrimi’nin kazandırdığı yurttaşlık normlarını kaybetmiş, sürü psikolojisiyle beş yılda bir oy vermek dışında siyaset alanının tamamen dışına sürülmüş, bir bölümü menfaat icabı tarikata cemaate kapılanmış bir halk nasıl oluyor da işini gayet iyi biliyor? Sultan’dan ulufe bekliyor, Saray Devleti onu yurttaş olarak değil de fakir-fukara-garip-guraba olarak görüyor fakat o çok uyanık, kendisine akıl öğreteni eşeğe ters bindirip suya götürüyor, susuz getiriyor, külahını ters giydiriyor. Öyle mi?

        Neyse uzatmayalım…

        Halk örgütsüz olunca görünmüyor. Görünmeyince herkes onu elini attığında tuttuğu yerinden tarif ediyor. Sendika eğitim sekreteri onu tilki gibi kurnaz buluyor;  aman ezberim bozulmasın, teorik incilerim dökülmesin diye kıvranan solcu  onu halterci koluyla balyoz kaldıran, emekten gelen gücünü kullanmaya hazır proleter suretinde görüyor; sağcı onu Toroslar’da dumanı tüten çadırın  içinde Oğuz boylarından gelmiş saf, mazlum bir yiğit olarak kurguluyor; şeriatçı onu darül harb’in ümmeti gibi  örgütlemeye çalışıyor; muhalefet onu çocuk gibi görüyor, enayi yerine koyarak avutuyor; Saray ise  son padişah Vahidettin’den ilhamla kendisini çoban sanıyor, halkı  koyun sürüsü gibi güdüyor.

        Örgütsüz halkı göremezsiniz.

        Fakat iktidarın ve muhalefetin şimdiki siyaset yapma tarzı ve söylemi devam ederse, günün birinde halkı kesinlikle göreceksiniz.

        Onu zıvanadan çıktığı zaman,  sokakta göreceksiniz.

        2007 Cumhuriyet mitinglerinde, 2013 Haziran ayaklanmasında birazını gördünüz. İşte onun on kat, yüz kat daha fazlasını, çok daha öfkelisini göreceksiniz. Her iktisat politikasının ya da politikasızlığın, her yönetim biçiminin ya da yönetememe krizinin tarihin her döneminde mutlaka sonuçları olmuştur. Göreceksiniz!

        Muhalefet ve iktidar, halkı bu kez sokakta görecek. Belki de onu ilk ve son kez görmüş olacak. Dikkatle bakmasını,  sebep-sonuç bağlantısı kurarak halkı çıplak gözle, en yalın hâliyle görmesini; daha önemlisi, halkın politikacıyı nasıl gördüğünü iyice anlamasını, göreceklerinden ders çıkarmasını tavsiye ederiz.

        Şu bunaltıcı pazar gününde herkesin ülkenin geleceği üzerine gerçekçi düşüncelerle yaratıcı fikirler geliştirmesini temenni ederim. Eleştirmenin ve yakınmanın faydası yok. Veryansın, 20. 08. 2023  

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *