GELİYOR GELMEKTE OLAN!

Yavuz Alogan

        CHP’yi eleştirmekten nefret ediyorum. Bunun pek çok sebebi var. Her şeyden önce insanların umut bağladığı ya da rol icabı umut bağlıyormuş gibi göründüğü bir şeyi eleştirmek bana saygısızlık gibi geliyor. Ayrıca pek çok CHP’li arkadaşım var. Kazaya ve kadere değil, tedbire ve bilime inandıkları için onlarla elbette daha iyi anlaşıyorum, en azından konuşabiliyorum.

        İki tür tepki oluyor. Bazıları “Seçimlerden önce böyle eleştiri olmaz,” diyorlar, gizemli bir tavırla. “Önce şu iktidardan kurtulalım, sonra ne olacak bakalım!” Daha sert olanlar, “AKP’yi eleştirmekten korktuğunuz için CHP’ye saldırmak size kolay geliyor,” diyerek cesaretimizi sorguluyorlar.

        İkinci tür tepkinin benim için geçerli olamayacağını bu köşeyi okuyanlar bilirler. Birinci tepki ise hedefe kilitlenen CHP’lilerden geliyor. Saygıyla karşılamak lazım.

        Eleştirsem de CHP’nin seyirlik bir gösteri topluluğu olarak beni eğlendirdiğini itiraf etmeliyim.  Tahsilli terbiyeli, eli yüzü düzgün fakat siyasî tecrübesi sıfırın altında genç ve cevval  milletvekillerinin haklı bir davayı savunuyormuş gibi seslerini yükseltip parmaklarını sallayarak  temel sorunlarla ilgisi olmayan, herkesin anında öğrenebildiği, zaten bildiği eften püften konularda  Saray’ı eleştirirken sergiledikleri coşku  ya da Başkan’larının “Allah’ın izniyle iktidara geldiğim zaman soracağım, yapacağım, edeceyiz, göreceyiz,” diye konuşması beni güldürüyor.  Allah da onu güldürsün!

        Partide tecrübeli kadro açığı olduğunu, istişare ve stratejik planlama anlayışının ise tamamen terk edildiğini anlıyorum.

Ulusçu, kamucu, Kemalist, kendi partisinin tarihî kazanımlarını politik karakterinde cisimleştirmiş, partili olma bilincine sahip bütün mücadeleci, sahici  ve  kalantor  unsurlar, Baykal’ın son döneminden başlayarak  il ilçe başkanı düzeyinden genel merkeze kadar sistematik biçimde  tasfiye edildikleri  ve yerlerine etnik milliyetçi, mezhepçi, liberal ya da bir daha seçilmek için genel başkanının ağzının içine bakan, sokaktan toplanmış  sıradan unsurlar getirildiği için  ortaya bir müsamere topluluğu çıkmış. Siyasî temsil yapıyorlar.  

        Sloganları da eğlenceli. Geçmişin “Herkese iş, köylüye toprak, halka hürriyet” ya da “Toprak işleyenin su kullananın” gibi sloganları eğlenceli değildi fakat programatikti; yani, sahici bir iktidar programının, üzerinde düşünülmüş, bilinçli olarak seçilmiş sloganlarıydı.  Bunları ancak akaryakıt tankerlerinin arkasına yakışacak türden “Geliyor gelmekte olan” ya da “Yavaş gardaşım yavaş, geliyor Mansur Yavaş” gibi kamyoncu sloganlarıyla kıyaslayamayız.

        Neyse uzatmayalım…

        Sık sık küçük kazalar yapan, kırıp döken, elindeki silahın mekanizmasına yabancı olduğu için kendi ayağına ateş eden ya da top çevireyim derken kendi kalesine gol atan, kaş yapayım derken göz çıkaran insanlara “sakar” diyoruz.

CHP’nin önemli bir sorunu da sakarlıktır.

Sakarlığın sebebi, partinin çok dar bir grup tarafından ilkesel değil deneysel olarak, el yordamıyla yönetilmesi ve partiyi yöneten kadroların ideolojik/politik bakımdan türdeş olmamasıdır.   Parti geleneksel ruhunu kaybetmiş, ödünç aldığı farklı ruhları bedenine sığdırmak için debeleniyor.

        Birincisi (dar yönetim kadrosu), Devlet Partisi’nden başlayarak bütün partilerin sorunudur: tek adam ve çevresindeki dar danışmanlar grubunun keyfi yönetimi. Genel ve yaygın bir sorundur. Bütün orta kademeleri ihanetle suçlayarak sürekli tasfiye ettikten sonra, 20’li yaşlarında gençlerle “çıkış yolu” arıyormuş gibi yapan 80’lik liderlerin durumu ibretliktir mesela. Orta kademe yok edilmiş, tecrübeli ara kadrolar yok! Sokaktan adam toplayıp yönetici yapıyorlar.

İkincisi (ideolojik/politik olarak türdeş olmayan kadrolar) ise CHP örneğinde vahim sakarlıklara yol açmaktadır. Son örnek: TSK’ya atılan kimyasal silah iftirasını gerçek kabul ederek konuya ilişkin soru önergesi vermeye hazırlanan milletvekilinin genel merkezin adamları tarafından alenen kınanması. Bu çok büyük bir sakarlıktır. Parti içinde “Ecnebi devletlere yaranmak için” Boğazlayan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’i 10 Nisan 1919’da idam sehpasına gönderenlerin soyundan gelen unsurların fırsat kolladığını anlıyoruz.

        Birer sakarlık örneği olarak “Helalleşme”den, başörtüsüne devlette yasal güvence sağlama girişimiyle AKP’nin sıfırdan anayasa tasarısının canlandırılmasından; bütün bu sakarlıkların yarattığı ve yaratabileceği çok yönlü sonuçlardan, ısrarla unutturulan laiklikten, görmezden gelinen Altı Ok’tan  söz edecek değilim.

        Peki kültürel ve bilimsel Amerika seyahatine ne buyrulur?

         Sakarlığın zirvesidir.

        Amerikan Büyükelçisi’yle, konsoloslarıyla kapalı kapılar ardında toplantı yapmış, otel lobilerinde buluşup görüşmüş, Ekmeleddin’i aday gösterip bütün ülkeyi kendine güldürmüş adamsın. İki büyük şehir belediye başkanın seçilir seçilmez Chatham House’a koşup yüz göstermişler.   Utanacak ne var? Nasıl olsa sistemin adamısın. Herkes senin ne yaptığını görüyor, anlıyor. Git adam gibi Amerikalı senatörlerle görüş, RAND çevrelerinde dolaş, CIA’yla konuş, Yahudi lobilerini kolaçan et, partinin programını anlat, destek iste. Bırak sana “İcazet almaya gitti” desinler. Zaten diyeceklerdi, nitekim diyorlar da…

Sayın Saray, Richard Perle tarafından  American Enterprise Institute’e (AEI) takdim edildiğinde milletvekili bile değildi. Morton Abramowitz tarafından  BOP eşbaşkanlığına henüz atanmış fakat koltuğuna oturmamıştı. Türk halkının  yüzde 98’i  o sırada yine ABD karşıtıydı. Her işin bir raconu, her tekerleğin kendisine bağlı olarak dönen bir bijonu vardır! Kimi kandırıyorsun!

        Bilimdeki son gelişmeleri merak ediyorum diye MIT  akademisyenleriyle fotoğraf çektirmek, Daron Acemoğlu gibi tatlı su frenklerinin ve  Barnie Sanders gibi sahici Amerikan solcularının  arkasına saklanmak, insanı güldüren bir seyirlik gösteri değilse, nedir?

        Peki 8 saatin esrarı nedir? Bilemiyoruz. Ancak tahmin edebiliriz.

Bence Bernie Sanders’la görüştü. 

Bay Kemal’le bir tutulmaktan hoşlanmadığı için onunla fotoğraf vermek istemeyen Bernie, bu ilginç fenomene duyduğu merakı yenemeyerek Nevyork-Vaşington arasında bir hamburgercide, başında NY kepi,  BigMac’ini ısırıp kahvesini yudumlayarak onu bekliyordu.

        Karşılaştıklarında Bay Kemal’e şöyle dediğini tahmin ediyorum: “Günümüzde zenginlerin serveti artarken orta sınıflar daralıyor ve milyonlarca insan açlık ve yoksulluk sınırında yaşıyor. Onları birleştirmek için mücadele etmeliyiz. Demagoglar bizi rengimize, etnik ve dinî mensubiyetimize, cinsiyetimize, doğduğumuz yere göre bölmek istiyorlar. Bu bölünmeleri reddederek emekçi sınıfların en geniş birliğini kuralım, sendikaları güçlendirelim, oligarkların hâkimiyetine son verelim.”

        Buna karşılık Bay Kemal, “Savaşta Ukrayna’yı desteklemeliyiz” dediği anda   hamburgeri boğazına kaçan Bernie boğulma tehlikesi geçirerek…

        Şaka bir yana, Sayın Kılıçdaroğlu’nun “İyi insanların bir araya gelmesi şart” diyerek iyi insanı Amerika’da arayıp Sanders’ı bulması nasıl bir saçmalıktır!  İnsan inanamıyor! İyi insan arıyorsan okyanusu aşmana gerek yok, evinin birkaç kilometre ötesinde oturan Korkut Boratav’la, Bilsay Kuruç’la konuş! Bak sana neler neler anlatacaklar, dünya, Türkiye ve CHP hakkında…

        Neyse uzatmayalım… Daha da CHP’yi eleştirmeyeceğim. Bu son!  Geliyor gelmekte olan Allah’ın izniyle inşallah maşallah diyerek, sessiz kalacağım.

        Bu uzun yazıyı buraya kadar sabırla okuyabilenleri tebrik ediyor, şu güneşli pazar gününde herkesi siyasette sakarlık, çapsızlık, maddi çıkar ilişkileri ve sahici kadrolardan tam yoksunluk üzerine düşünmeye davet ediyorum. Veryansın, 23. 10. 2022