İNSANLIĞIN ALACA KARANLIĞI

Yavuz Alogan

        Sırplar 1992’den 1996’ya kadar Saraybosna’yı kuşatma altında tuttular. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti parçalanıyordu. Avrupa burjuvazisi yaşlı kıtanın orta yerinde sosyalist özyönetimli bir ülke istemiyor, Tito’nun devrimini Yeni Dünya Düzeni’nde bir kusur gibi görüyordu.

         Kuşatma sırasında Saraybosna’nın çevresindeki tepelerde mevzilenen Sırp askerleri keskin nişancı tüfekleriyle yukarıdan ateş ederek sokaklarda yürüyen kent sakinlerini rastgele vurmaya başladılar. Bu seri cinayetler zamanla turizm amaçlı insan avı partilerine dönüştü.

        Organizasyonu Bosna Sırp Ordusu yapıyordu. İtalya, Kanada, ABD ve Rusya’dan Belgrad’a gelen zengin turistler askerî araçlarla Pale’ye, oradan tepelerdeki mevzilere götürüldüler. Zengin siviller  haftalarca bu korunaklı mevzilerden  keskin nişancı tüfeğiyle Bosna sokaklarında yürüyen masum sivilleri, söz gelimi  elinde fileyle pazardan dönen bir kadını,  kafede oturan yaşlı bir adamı, bisikletle  okula ya da işe giden bir genci  vurup öldürdüler. Pahalı bir spordu. Karşılığında Sırplara para ödüyorlardı.

        Olay yıllar sonra Miran Zupanič’in Sarajevo Safari (Slovenya, 2022) belgeseliyle ortaya çıktı, kitaplara, makalelere, başka belgesellere konu oldu. Fakat para karşılığında öldürme arzularını tatmin eden zenginlerin kimliği meçhul kaldı. Olay açığa çıktığında Lahey Savaş Suçları Mahkemesi soykırım davasını çoktan karara bağlamış, aradan 15 yıl geçmişti.

        Epstein skandalında ise tam tersi oldu.

Farklı ülkelerden getirilen ya da kaçırılan, ailesi dağılmış sahipsiz   kız çocuklarıyla, bu kez öldürme arzularını değil  cinsel arzularını tatmin eden, aşağılık fantezilerini gerçekleştiren rezil küresel zenginlerin, politikacı ve devlet adamlarının isimleri resimleri bir anda ortalığa saçıldı. Küresel zenginlerin pezevengi Epstein’ın cezaevi hücresinde, Kemal Tahir’in deyimiyle “it ölümüne getirilmesi,” sırların açığa çıkmasını engellemedi.   Olayın böylesine müstehcen biçimde saçılmasının Amerikalı muhafazakârlar ile neoconların iktidar mücadelesinden kaynaklandığını anlıyoruz.

        Çocukluğumuzda dünyayı sarsan, İngiliz kabinesinin toplu istifasına yol açan Profumo skandalı (1963) bu Epstein olayının yanında çok masum kalır. Muhafazakâr Savunma Bakanı John Profumo Soğuk Savaş şartlarına kurban gitmişti, çünkü 19 yaşındaki sevgilisi Christine Keeler  Sovyet askerî ateşesiyle de eşzamanlı münasebât-ı hususiye teessüs ediyordu.

        Zorlayıcı bir sebep olmadıkça zengin yönetici elitin rezilliği açığa çıkmaz, aradan çok zaman geçmesi, devrin değişmesi gerekir. Kennedy ailesi mesela… Dünya medyası yıllarca JF Kennedy, zarif eşi ve minik yavrularını ideal Amerikan ailesi olarak tanıttı. Ailenin şefkat ve muhabbet dolu fotoğrafları dünya medyasını süsledi. Yıllar geçip devir değişince, Kennedy’nin FBI gözetiminde sosyete fahişeleriyle havuz partileri düzenlediği, Marilyn Monroe’yu defalarca Beyaz Saray’da öptüğü, ayrıca çok ciddi sağlık sorunlarından ve ilaç bağımlılığından mustarip olduğu ortaya çıktı.

        Neyse konuyu dağıtmayalım…

        Özetle belirtmek gerekirse, iktidar blokunda örtük fakat şiddetli çıkar çatışmaları olduğunda nüfuz sahibi zenginler ve politikacılar, yabancı istihbarat örgütlerinin de yardımıyla birbirlerinin  pisliğini ortaya çıkarmak için yarışırlar,  taşlar yerine oturunca taraflar anlaşır, olay unutturulur. Gösterişli zenginin ve çalımlı politikacının medyatik imgesi ile öznel gerçekliği arasında farklılık vardır.

        Bu farklılık savaş zamanlarında azalır. Elitin medyatik imgesi ile öznel gerçekliği birbirine yaklaşır. Hatta çıkarların çatışmayıp çakıştığı bazı durumlarda Hakikat olduğu gibi ortaya çıkar.

        Mesela Netanyahu hükümeti ve küresel Yahudi burjuvazisinin İsrail’in sınırlarını genişletme ve İran tehlikesini bertaraf etme planı ile emperyalist burjuvazinin Hindistan’ın Mumbai limanından başlayıp İsrail üzerinden Avrupa’ya ulaşan alternatif yol girişimi tam olarak çakışmıştır.  Netanyahu’nun en geniş bölge jeopolitiğine oynayarak ABD’yi İran ve Lübnan’a doğru yönlendirdiğini, Gazze’yi tahliye ederek Filistinlileri   bölge ülkelerine dağıtmaya çalıştığını herkes görüyor.

        Tarihte ilk kez İsrail devletinin medyatik imgesi ile öznel gerçekliği tam tamına örtüştü. Bosna’daki NATO Barış Gücü Sırpların insan avı partisini nasıl görmezden geldiyse, İspanya hariç AB devletleri ve ABD de  Gazze halkının  katledilmesine  aynı şekilde seyirci kaldı.  Filistinlilerin uzaktan keskin nişancı tüfeğiyle vurulan masum Bosnalı sivillerden tek farkı sayılarının çok olması. En modern uçaklar en yıkıcı bombalarla insanların evlerini başlarına yıkıyor, aileleri çoluk çocuk demeden rastgele katlediyor.

        III. Paylaşım Savaşı’nın giriş bölümünde tarih tekerrür etmiyor, II. Paylaşım Savaşı’na  kıyasla insanlık çok daha rezil koşullarda   tam bir alacakanlık kuşağına sürükleniyor. Yirmibirinci yüzyılın şafağında kapitalizm kendisiyle birlikte  insanlığın yaratıcı potansiyelini de tüketiyor, insanın  bu gezegendeki varoluş koşullarını bozuyor.

 İkinci savaşta büyük ideolojiler, ütopyalar savaşmış, ilk sahne İspanyol İç Savaşı’yla (1936-1939) açılmıştı. Orada bütün fraksiyonlarıyla komünizm, faşizmin üç ayrı türü, liberalizm ve anarşizm, bir yanda Sovyetler Birliği’nin, öte yanda Nazi Almanyası’nın ve Halkçı Fransa’nın vekil güçleri olarak savaştı. Ardından  bütün dünyaya yayılan savaşta liberalizm ve komünizm ittifak kurarak faşizmi yendi. Üç Büyükler (ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği) kaynakları, pazarları ve ülkeleri  paylaşarak yeni bir dünya düzeni kurdular.

Günümüzde büyük devletler sadece hammadde kaynaklarını ve ticaret yollarını ele geçirmek, tedarik zincirlerini yeniden kurmak, böylece şirket kârlarını maksimize etmek için savaşıyorlar. Büyük vaatler, derin ideolojiler, ütopik toplum tasavvurları ya da yeni bir dünya düzeni kurma niyetleri yok.  En bayağısından bayatlamış “demokrasi” söylemi, düpedüz kapitalizmi “kendine özgü -ya da kendinden menkul- sosyalizm” diye yutturma çabası, ilkel irredentizm (soydaşların yaşadığı yabancı ülke topraklarını ilhak girişimi) ve kendi halkına eziyet çektiren dinî fanatizmden başka bir fikir, vaat, ideoloji, program yok!

Ve çarkları sadece parayla dönen merkez medya yirmi dört saat yalan söylüyor. Mark Twain’in dediği gibi, Hakikat pabucunu giyene kadar yalan dünyayı üç kez dolanıyor.

2022 Dünya Eşitsizlik Raporu’na (World Inequality Lab) göre  küresel nüfusun en zengin yüzde 10’u küresel gelirin yüzde 52’sini alırken, nüfusun en yoksul yarısı bunun sadece yüzde 8,5’ini kazanıyor. Servet eşitsizliği daha  da feci. Küresel nüfusun en yoksul yarısının neredeyse hiç serveti yok, toplam zenginliğin sadece yüzde 2’sini elinde bulunduruyor. Dünya nüfusunun en zengin  yüzde 10’u ise küresel servetin yüzde 76’sına sahip.

Bu eşitsizliklerin üzerine vekâlet savaşlarıyla, en modern teknolojik silahlarla, nükleer savaş tehditleriyle, oradan oraya atılan füzelerle,  salgın hastalıklarla, etkisi meçhul aşılarla, insan genetiğiyle oynama çabalarıyla, işgücünü robotlara devrederek, çevresel felaketler yaratarak,  zincirlerinden boşalmış baş döndürücü bir  küresel nüfus artış hızıyla, insanları öldürerek hasta ederek, yoksullaştırarak  gidiyorlar.

Nereye kadar?

Ya güvencesiz çalışan, sosyal haklarını giderek kaybeden, geleceği olmayan milyonlar (prekarya) başlarındaki yönetici kastları yozlaşmış politikacılarla birlikte iktidar makamından alaşağı edip insanlıktan çıkmış hedonist   zenginlerin malına mülküne el koyarak yeni bir dünya düzeni kuracaklar ya da insanlık Mad Max filmindeki gibi nükleer savaş sonrasında bir damla akaryakıt, bir dilim ekmek bulma çabasıyla birbirini boğazlayan ilkel maymun sürülerine dönüşecek. 21. yüzyılın alaca karanlık kuşağında insanlığı bekleyen üçüncü bir gelecek yok. Veryansın, 21. 01. 2024