BİR MUSTAFA KEMAL KARİKATÜRÜ

Yavuz Alogan

         Yeni bir rejim eski rejimin kurucu kahramanını yok etmek için üç şey yapabilir.

Kahramanın heykellerini bir hamlede yıkar, resmî kurumlardaki fotoğraflarını kaldırır, ders kitaplarından onunla ilgili bölümleri çıkarır, ismini lanetle anar. 

Yavaşlatılmış ve zamana yayılmış karşı devrim ideolojik hegemonya kurma çabasıyla öyle bir kültürel altyapı hazırlar ki kurucu kahraman giderek unutulur, zamanla yerini tarihin tozlu raflarından indirilen başka karakterlere bırakır.

Ve nihayet yeni rejim, kurucu kahramanı bir karikatür olarak, içeriğinden tamamen boşatılmış bir şekil hâlinde kendi saflarına katar ki bu durumda halk, kurucu kahramanı elbette sevmeye devam eder fakat artık onu neden sevdiğini, hatta onun kim olduğunu bile unutmuştur.

         Zamana yayılan karşıdevrim boyunca siyasî İslamcılar Mustafa Kemal’in hatırasına ikinci ve üçüncü yöntemi uyguladılar. Kültürel ortamı değiştirerek onu sıradanlaştırmaya çalışırken, Osman ve Ertuğrul beylerden II. Abdülhamid’e, hatta İskilipli Atıf Hoca gibi karakterlere kadar geniş bir yelpaze üzerinde çalıştılar.  Ve nihayet Mustafa Kemal’i tarihî kişiliğinden, devrimlerinden ve ideallerinden soyutlayarak bir karikatüre indirgemeye kalkıştılar. TRT1’de gösterilen “Ya İstiklâl Ya Ölüm” dizisi bu indirgeme çabasının somut bir örneğidir.

         Bu diziyi uzaydan gelmiş ya da Kurtuluş Savaşı tarihinden habersiz birine izletsek hiçbir şey anlamayacaktır.  Mustafa Kemal neden bir meclis toplamaya çalışıyor, amacı ne?  Saray’daki kötü ve işbirlikçi adamlarla savaşarak, İslâm âlemini İngilizlere karşı cihada çağırarak Halife’yi mi kurtarmaya çalışıyor?  Nasıl bir rejim kuracak? Dünya görüşü nedir? Bunlar belli değil. Özbekler Tekkesi’nden Atâ Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır gibi vatansever din adamları sayesinde zor durumlardan sıyrılıyor, Mehmet Akif’i halkı irşad etmekle görevlendiriyor ve nihayet tekbir ve salavat sesleri arasında besmeleyle Meclis-i Mebusan’ı açıyor.   Fakat bütün bunları neden yaptığı anlaşılmıyor.

         Aslında biz neden yaptığını biliyoruz. Mazhar Müfit Kansu’nun “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı hatıratının 1. cildinin (TTK 2018) 131. sayfasını okuyarak öğreniyoruz.

8 Temmuz 1919 günü sabaha karşı Mustafa Kemal, Kurtuluş   Savaşı’nın vakanüvis’i (tarihî olayları kaydeden kişi) olan Mazhar Müfit’e şunları yazdırıyor: “Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır; Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır; tesettür kalkacaktır; fes kalkacak şapka giyilecektir; Latin hurufu (harfleri) kabul edilecektir.” Bu aslında bir devrim programı. Fakat dizide bu hedeflerden tek bir iz, bir ima bile yok. Telaş içinde bir meclis açmaya çalışıyor. Fakat bunu neden yapıyor, belli değil.

         Oyunculuğa ve senaryoya gelince… Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Mustafa Kemal’i canlandırmak için mutlaka sarı saçlı, mavi gözlü olmak, gözlerinde şimşekler çaktırarak havalara bakmak şart değil.  Senaryosunu Turgut Özakman’ın yazdığı Kurtuluş dizisindeki (1994) Rutkay Aziz’in oyunculuğunu düşünelim.  Mustafa Kemal’e hiç benzemiyor; esmer, iri yapılı bir adam.  Fakat büyük bir yetenek sergileyerek Mustafa Kemal’in şahsiyetini, devrimciliğini oynuyor. Canlandırdığı kişinin kim olduğunu, ne yaptığını, amaçlarını, karakterini biliyor çünkü, üzerinde çalışmış.

         Bizim dizideki genç arkadaş ise bunun tam tersi.  Anzavur isyan etti, isyan Beypazarı’na kadar geldi diye telaşlanıyor.  Hep telaşlı, tedirgin, hop oturup hop kalkıyor. Arada bir Napolyonsu sahne duruşu göstererek nutuk atıyor.  Neredeyse kendi başına debelenip duruyor, çevresindeki insanlar onu idare etmeye, sakinleştirmeye çalışıyorlar. Hani çok ateşli devrimci gençler vardır; hem hevesini kırmayayım hem de aman hata yapmasın, başını belaya sokmasın diye uğraşırsınız…

         Karargâh binasına bir grup isyancı ateş ediyor.  O sırada bir er vuruluyor, Mustafa Kemal paniğe kapılarak dehşet içinde çığlık çığlığa bağırıyor. (Lütfen, Attila İlhan’ın Allah’ın Süngüleri-Reis Paşa kitabında o olayı nasıl kurguladığına, silahlı çatışma devam ederken Yunus Nadi’yle aralarında geçen konuşmaya bir göz atınız.)   Bütün hayatı cephelerde geçmiş, Sakarya Savaşı sırasında emir erine “Onbaşı Halide Hanım’a söyle, mahmuzlarını ters takmış, düzeltiversin” diyecek kadar rahat, mizah duygusu olan, silahlı çatışma ortamında kendisini evinde hissedecek kadar tecrübeli bir komutandan söz ediyoruz. Karargâh binasının önünde sinirli sinirli ateş etmeler, atın üzerinde boş çuval gibi hoplaya hoplaya gitmeler…  İnsan biraz binicilik çalışır. Mustafa Kemal’i oynamak kolay mı? Fakat  gözlerinden kıvılcımlar saçabiliyor. Onu iyi çalışmış!

         Neyse, ayrıntıya girmeyelim. Senaryo hiç inandırıcı değil. Ermeni Pandikyan Efendi’nin Mim Mim grubu ile İngilizler arasında çift taraflı casusluk yaparak Topkapılı Canbaz Mehmet’i sürekli kurtarmasının sebebini, Hintli Müslüman İngiliz askerinin camide nasıl imana geldiğini, Nemrut Mustafa’nın basit bir şantaj karşısında İttihatçı Hüsamettin Bey’i ipten alıp sokağa nasıl salıverdiğini, İngiliz cephaneliğinin o kadar kolayca nasıl soyulduğunu   anlayamadık.   İngiliz casusu Mustafa Sagir tiplemesi ve çevresinde dönen dolaplar hiç olmamış, inandırıcı değil. Mehmet Akif, Ankara yolunda neredeyse Reis gibi nutuk atıyor. Bir Rabia işareti eksik!

         Bir de melodramatik aşk hikâyesi var (aşksız olmaz!).    Damat Ferit’in Sır Kâtibi’nin kızı Nazan Hanım, Kuvvacı bir genç olan  Galip Bey’e sevdalanıyor. Bu arada Galip Bey, casusluk maksadıyla tercüman olarak Damat Ferit’in yalısına giriyor, evrak aşırıyor.    Paris, Londra ve Berlin elçiliklerinde ikinci kâtip olarak yıllarca görev yapan, alafranga olarak tanınan, kendi çevresinde ve aile ortamında bile gâvurca konuşan Damat Ferit’in, Amiral Sir Robeck’le görüşürken neden tercümana ihtiyaç duyduğunu anlayamadık. Senaryo yazarı, aşk hikâyesine gerçeklik havası vermek istedi herhalde. Nazan Hanım’ın aşkından teverrüm edip (verem olup) çarşı ortasında gözlerini belerterek vefat etmesi maalesef beni güldürdü. Aşkın neden imkânsız olduğunu da anlayamadık, zira kızcağız Kuvvacı olmak üzereydi. Galip Bey’le Ankara’ya kaçabilirdi mesela. Senarist bu uyduruk eklenti hikâyenin devamını mümkün görmeyince acıklı bir sahne yaratarak kızcağızı öldürmeyi tercih etmiş.

         Bazı durumlarda olur olmaz ayrıntıların gözüme çarptığını, biraz mükemmeliyetçi olduğumu itiraf etmeliyim. Elimde değil. Mesela askerlikte topuk selamı verdikten sonra soldan geriye dönersiniz. Koskoca Fevzi Paşa, Ankara’ya gitmeden önce Sadrazam Salih Hulusi Paşa’ya veda ediyor, esas duruş gösterip topuk selamı verdikten sonra sağdan dönüp odadan çıkıyor. Olmaz!

         Mustafa Kemal’in masasının üzerinde duran, sanırım Remington ya da Erika marka daktilonun ortaya çıkmasına en az otuz sene var. Kostümler komik. Kalpaklar cilâlanmış ayakkabı gibi parlıyor. Giysiler terzi elinden henüz çıkmış gibi pırıl pırıl, yepyeni.  Özellikle Mustafa Kemal defileye çıkmış manken gibi (o dönemin fotoğraflarına bakarsanız, ne demek istediğimi anlarsınız!). Mazhar Müfit’in sabah kahvaltısında vekillere zeytin peynir almak için paltosunu satmaya kalkıştığı bir ortamda Mustafa Kemal neredeyse smokinle dolaşacak!  Nizami ordu kurulana kadar savaş meydanında bile er üniforması giyen İsmet İnönü Osmanlı üniforması ve rütbe işaretleriyle dolaşıyor. Okul müsameresi gibi.

         Yine de teknik kusurları abartıp haksızlık etmeyelim. Muhtemelen ödenek kısıtlıydı.  Abdülhamid, Osman ve Ertuğrul Bey gibi dandik dizilere para dökenler, “Bir Mustafa Kemal dizisi yaptıralım da hatırınız kalmasın,” dediler herhalde. Senaryo yazarı tam da TRT’nin beğeneceği bir Mustafa Kemal karikatürü hazırlamış, bizi tarihimizle barıştırmış, her şeyi birbirine güzelce karıştırmış.

         Senaryosunu Turgut Özakman’ın yazdığı, 1994 yapımı Kurtuluş dizisini bir kez daha izlemenizi tavsiye ederim.  Tarihî gerçeklere sadık kalmanın ne demek olduğunu anlarsınız. Mustafa Kemal (Rutkay Aziz) ve İsmet İnönü (Savaş Dinçel) gibi   kahramanların mükemmel bir senaryo, sahne düzeni ve oyunculukla nasıl canlandığını görürsünüz. En önemlisi, gericiliğin sinsi çarpıtmalarına karşı bağışıklık kazanmış olursunuz.   Şu korona günlerinde iki diziyi karşılaştırmak, size nereden nereye geldiğimizi, seviyemizin nasıl düştüğünü de gösterecektir. Veryansıntv, 08. 05. 2020