AKP’YE NE LAZIM?

Yavuz Alogan   

Cemil Çiçek “Bize topyekûn bir tevbe-i nasuh lazım,” demişti.

Hemen sözlüklere baktım ve bunun özel bir tövbe tarzı olduğunu öğrendim. Kuran’da geçiyormuş. Yedinci yüzyılda bile sadece birbirlerini değil Tanrı’yı da aldatmaya çalışan insanların var olduğunu anlıyoruz.  Bunlar sadece görünüşü kurtarmak için tövbe ediyorlar, samimi değiller, sahici bir pişmanlık duymuyorlar.

Oysa tövbenin “nasuh” olması, yani içtenlikle, samimi duygularla yapılması gerekiyormuş.

         AKP’nin içinde Sayın Cemil Çiçek gibi hukuk nosyonuna sahip, devlet adamı gibi duran “yerli ve millî” politikacı kalmadı. Onlardan boşalan yerleri otuzlu kırklı yaşlarda, mutlaka yabancı dil bilen, Reis’in çizdiği çerçeve içinde demagojik çeşitlemeler yapan, Türk siyasî tarihine yabancı unsurlar doldurdu.

Partinin grup başkan vekili Cahit Özkan’a bakınız mesela.  Daha geçenlerde Anayasa Mahkemesi’ne talimat verdiği için merkezden fırça yedi. Üstelik Londra’da “hukuk İngilizcesi” tahsil etmiş. AKP’de de “hukuk Türkçesi” öğreniyor herhalde.

         Aslında bu durum bütün partilerde geçerli. CHP’nin boş konuşmalarla AKP’yi her gün kolay eleştiri yağmuruna tutan üç heyecanlı hatibine, Albay Ali Türkşen gibi unsurları kenara iten İyi Parti’nin öne çıkardığı Buğra Kavuncu gibi karanlık şahsiyetlere, vitrine koyacak adam bulamayan HDP’nin yedek lastik olarak sosyalist soldan devşirdiği Saruhan Oluç gibi adamlara bakınız. Partilerin yönetici kadroları kendi partilerinin programını, ilan edilmiş ilkelerini bile temsil edemiyorlar.

         Siyasî partilerin tamamında liyakat ve temsil sorunu var. Milletvekili olmanın birinci şartı çevreye para saçacak kadar zengin olmak, ikinci şartı genel başkana kayıtsız şartsız biat etmek… Bütün yönetici parti kurulları sürekli bir “negatif seleksiyon”la, yani olumsuz seçilimle oluşuyor.  Aslında hepsine “tevbe-i nasuh” lazım.  Yargısı yasaması ve yürütmesiyle bütün bir Devlet teşkilatının, anayasal sistemin, siyasî partiler rejiminin yeniden tanımlanması gerekir.

         Peki, AKP’ye ne lazım? Her şeyden önce Joe Biden’dan gelecek bir telefon lazım. Sonra Amerikan Conisi’yle “Hani ben hastalanmıştım da ziyaretime gelmiştin, seni gidi kerata, bir çay içmişliğimiz var yahu!” şeklinde sıcak bir muhabbet lazım. Mart ayında servetini, yurt dışındaki hesaplarını açıklayacağız tehditlerini boşa çıkaracak, Halk Bankası soruşturmasını hafifletecek bir “tavizler paketi” sunmak lazım. Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Karadeniz’de farklı bir pozisyon almak, en önemlisi S-400’ler konusunda güvence vermek; ayrıca Kırım’ın ilhakını daha kuvvetli protesto etmek, Ukrayna’yla stratejik ortaklığı derinleştirmek, Suriye’deki felç olma hâlini “dur bakalım n’olacak” diye sürdürmek, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni boşa düşürecek Kanal İstanbul projesine bir an önce başlamak lazım.

           Avrupa için bir şey lazım değil. Onlar Reis’in açıkladığı “Özgür Birey, Güçlü Toplum, Daha Demokratik bir Türkiye” metnini tekrar tekrar okuyor ve bize hayran oluyorlar.

         Magna Carta’dan (1215), İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nden (1789), Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden (1948), Mustafa Reşit Paşa’nın Gülhane Hatt-ı Humâyûnu’ndan (1839), Sadrazam Mehmet Âli Paşa’nın ilan ettiği Islahat Fermanı’ndan (1856) esintiler taşıyan bu Saray fermanı  ülkemizi kuvvetli bir hukuk ışığıyla aydınlattı. Gözlerimiz kamaştı.  Benim gibi birkaç zındık bunun Amerika ve Avrupa için yapılmış, boyaları sürüldüğü anda akan bir makyaj olduğunu iddia etse de, bu “demokrasiye geçiş ve diktatörlükten vazgeçiş manifestosu”nu bütün dünya hayretler içinde okudu.

         Şu ilk cümlenin haşmetine bakınız: “İnsan doğuştan sahip olduğu vazgeçilmez haklarıyla yaşar.” Hadi ya!.. Demek ki Kral haklarından bir kısmını tebaasına devrediyor.  Jean-Jacques Rousseau mezarından çıksa bu cümleye selam durur.

         Habeas Corpus (yargıç güvencesi) bile var. “Hiçbir ayrımcılık söz konusu olmaksızın herkes kanun önünde eşittir.” Nasıl yani!  Daha önce sadece soylular ve ruhban mı eşitti, Üçüncü Zümre’yi (Tiers État), yani sıradan halkı mahalle kadısı kafasına göre mi yargılıyordu?   

         Aslında ciddiyet lazım. Devlet yönetiminde, özellikle dış politikada ciddiyet lazım. Türk milleti olarak tarihimizle, büyük devrimlerimizle, siyasî teamüllerimizle, gelenek ve göreneklerimizle bu kadarını hak etmiyoruz. Dünyayı kendine güldürmeyeceksin. Bu çok asgari bir talep.

         Peki Saray’ın ne yapması lazım?

Sorumluluk sahibi sıradan bir yurttaş olarak biz de çözüm arıyoruz. Herkesin araması lazım. Siz aşağıdan kuvvetle talep etmediğiniz sürece, yukarıdan size zırnık vermeyeceklerdir.  Geçti o günler!  Hakların yukarıdan verilmesine imkân sağlayan bir dünyada yaşamıyoruz artık.

         Bence Sayın Saray’ın politika dışı hukukçulardan oluşan tarafsız bir Yüksek Seçim Kurulu atadıktan sonra parlamentoyu feshetmesi ve  Kurul’un belirleyeceği esaslar doğrultusunda seçimle oluşacak bir Kurucu Meclis’in yapacağı  millî anayasaya bağlılık yemini etmesi, hemen ardından Saray’ı  Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’na terk ederek aşağıya inmesi ve partisinin başına geçerek siyasî mücadelesine devam etmesi gerekir.  

         İtalyanca ifadeyle bu bir “salto vitale” olur, yani hayat veren, canlandırıcı takla. Bunun tam karşıtı ise “salto mortale”dir, yani ölümcül sonuçlar doğurabilecek tehlikeli sıçrayış.

         Şaka bir yana, Sayın Reis’e baktığım zaman elinde sırık, aşamayacağı kadar yüksek bir engele doğru hızlanarak koşmakta olduğunu görüyorum. Onun her adım atışında ülkemin yakın geleceğine ilişkin kaygılarım artıyor. Tıpkı bir uçak gibi nasıl kalkış yapmış ve yavaş yavaş yükselmişse, aynı şekilde yavaş yavaş iniş yaparak yeryüzünün herhangi bir yerinde güvenli bir havaalanına konmasını dilerim. Zira toplumun aşağılarında bir kaynaşma var.  

Derdini ifade imkânı bulamayan, gösteri ve miting, hatta basın açıklaması bile yapamayan, yasalara uygun biçimde örgütlenerek düzgün taleplerde bulunma ve bu talepler doğrultusunda yasal mücadele verme imkânı olmayan insanlar büyük bir baskı altında daralıyorlar.

AKP, Türkiye’ye hiç yakışmayan, hukukî temeli olmayan berbat bir ideolojik ve kültürel iklim yarattı.  Benim şehrimde, Başkent Ankara’da, daha geçen gün bir IŞİD militanı köle pazarından 500 dolara satın aldığı kız çocuğunu satışa çıkardı. Evet, yakalandı, fakat internete çocuğun resmini de koyarak satış ilanı vermeseydi yakalanmayacaktı. Bu Araplaştırmanın, bu IŞİD’leştirme çabasının utancını, Cumhuriyet değerlerine yapılan bu ağır hakaretleri bu millet nasıl taşıyacak?

AKP demokratik yollarla iktidardan uzaklaştığı zaman bu iklimde nasıl fırtınaların kopacağı, kendi içinde merkezî olarak örgütlü tarikat ve cemaatlerin servetlerini korumak için neler yapabilecekleri tehlikeli bir soru işareti olarak önümüzde durmaktadır. Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletine geçişi zorlaştırmamak gerekir. Tarih bize Cumhuriyet’in Devrim Kanunları’na bağlı bir Kurucu İrade ve yeni bir anayasa dayatıyor.

Bütün iktidarlar, hatta bireyler, mesela benden üç yaş küçük olan Sayın Cumhurbaşkanı bile, hayatının bir döneminde iktidarını yenilemek, kendisini temize çekip yeni bir sayfa açarak hedeflerine ulaşmak isteyebilir.  Fakat istekler imkân ve kabiliyetlerle sınırlıdır. Yani ille de ben davamı nihai sonucuna ulaştıracağım diyerek imkânları fazla zorlarsanız, ortada ne dava, ne imkân, ne de memleket kalır.

“Kaderin çizdiği yoldan yürüyorum” ya da “kaderimi ülkenin kaderiyle birleştirdim” diyen liderlerin tarihten ibret almaları gerekir.  Böyle şeyler söyleyen, üstelik söylediğine inanan ve çevresini de inandıran hiçbir lider iflah olmamıştır.  Demek ki “tevbei-i nasuh” ile yavaş yavaş inişe geçmek gerekir. Veryansın, 05. 03. 2021