YENİ KURTARICILAR

Yavuz Alogan

         Bizim insanımız kurtarıcı arar.  Kriz durumlarında gerçek  kurtarıcı bulamazsa, bazı uyanıkların “kurtarıcı” diye pazarladığı  birinin peşine takılır. Sahte kurtarıcıyı cilâlayan medya halkın bir kesiminin gözünü kamaştırır.

         Sayın Muharrem İnce sekiz köşesinin her birinde ayrı bir hikmet olan kasketiyle ortaya çıktığında gülme krizine tutulmuştum. Fakat kendi çevremde bile bazı insanların “İşte kurtarıcı!” havasına girdiklerini görünce, fena hâlde şaşırıp bozuldum.

Bende bir tür zekâ geriliği olabilir. Sürekli hayretler içinde kalıyorum. Bazı solcu arkadaşların HDP’de bir tür solcu kimlik ya da “halkların kardeşliği” gibi bir şey bulabilmeleri beni hâlâ şaşırtıyor mesela. Yani ben niye karşı olduğumu biliyorum da taraftar olan arkadaşların bu partinin söyleminde kandırmaca dışında ne bulduklarını anlayamıyorum.

         Buna rağmen CHP’nin İstanbul  adayı Ekrem İmamoğlu’nun potansiyel kurtarıcı olarak sahaya sürüldüğünü görebiliyorum. Sanki Galya seferine çıkan Julius Sezar! Zaferi kazanırsa Roma İmparatoru gibi bir şey ya da Türkiye’nin yeni Kurucu Başkanı olacak.  

Yakışıklı çağdaş insan… Gözlükleri ona entel bir hava veriyor. Bir o kadar çağdaş görünümlü zarif eşiyle çektirdiği Amerikan Senato seçimleri tarzında fotoğraf, yeni bir kurtarıcıyı müjdelerken insanlarımıza umut veriyor. Parti rozetini atıp ayaklarının altında çiğnedikten sonra herkese hizmet edecek, İstanbul için ayrı bir anayasa hazırlayacak ve   bağımsız bir Dükalık kuracak.  HDP’nin demokratik özerkliği gibi bir şey…  İstanbul,  Ankara’dan koparak  Hong-Kong gibi bir metropolis, zengin bir finans-turizm-eğlence-refah ve mutluluk merkezi olacak.

         Rize’nin ya da Trabzon’un belediye başkan adayı olsaydım özenirdim. Neden bir Lazistan anayasası olmasın? Lazca’nın resmî dil olduğu, kendi parlamentosu, ayrı  güvenlik kuvvetleri ve eğitim  sistemi olan, Mehmet Bekâroğlu gibi birinin başkanlığında özerk bir Lazistan fena mı olur? Her şeyi Ankara’dan mı bekleyeceğiz?    

Orta Anadolu’ya şeriat kanunlarıyla yönetildiği için ayrı bir anayasa gerektirmeyen bir Anadolu Selçuklu özerk Türk-İslâm bölgesi yakışır. Sonra mesela BOP projesinin yıldızı olan “Diyarıbekir” ve mücavir sahrasında  Barzani devletçiğiyle bütünleşmiş bir demokratik Kürdistan özerk bölgesi kurulabilir. 1920’lerin devrimci fikirleriyle donatılmış sosyalist arkadaşlar bu özerk bölgenin içinde yeni özerk bölgeler kurarak proletaryanın devrimci demokratik diktatörlüğünü hayata geçirip sosyalizme geçiş sürecini başlatırlar. Negri ve Hardt bu (marjinal) “cep bölge”nin açılış kurdelesini kesip, oracıkta (yenilmez) İmparatorluk kitabını imzalarlar!

         Bu ahval ve şerait içinde bize düşen vazife, mevcut kuvvetleri tertip ve yeni kuvvetleri terkip ederek batı istikametinde İzmir’e doğru çatışarak çekilmekten başka ne olabilir? Giderken belki Anıtkabir’i de beraberimizde götürürüz (aslında Ankara Kalesi’ni de götürmek gerekir ama zahmetli olur). Orada kamucu iktisat politikalarını uygular, Cumhuriyet’in kurumlarını canlandırır, sabah akşam Atatürk’e bizi kurtardığı için şükrederiz.

         Yeni yılın ilk haftasında okurların asabını bozmak istemem. Fakat gerçekten de “demokratik özerkleştirme” yönünde çok güçlü ve sürekli kılık değiştiren bir eğilim görüyorum. Proje partileriyle birlikte sistemin ve siyasî toplumun önemli bir bölümünün eğilimi bu yönde: federasyon benzeri idarî bir taksimat.

         AKP’nin başlattığı, bütün emperyalist düşünce kuruluşlarının alttan alta tezgâhlamaya çalıştığı bu süreç, iki adım geri üç adım ileri taktiğiyle devam ediyor. İşte bu yüzdendir ki ben “Günümüzde emperyalizme karşı mücadelenin temel birimi ulus-devlettir” diyorum. Bunu dediğim zaman devleti ele geçiren AKP’yi değil, siyasî İslamdan arındırılmış modern ulus-devleti savunmuş oluyorum. (Bunca zamandır okuduğunuzu anlayabiliyorsunuz herhalde!) Çünkü AKP ulus-devlet istemiyor; İslam ittihadı temelinde taşeron bir emperyal  devlet kurmak istiyor; var gücüyle milleti ümmete, yurttaşı müşteriye dönüştürüyor.

Bu ülkede başkanlık rejimi altında idarî bölünme istemiyoruz ve emperyalist düşünce kuruluşlarının dolaylı etkisi altında demokrasi budalası olmuyoruz.  Bir ulus-devletimiz olsun da biz onu ele geçirerek sosyalizmi kurmaya çalışalım. Ulus-devleti kuşkulu hâle getirirsen Aydınlanma’yı bile savunamazsın! İstediğin kadar sosyalist strateji geliştir, kendi dergi çevreni bile ikna edemezsin.  Önce tam bağımsız laik bir hukuk devleti, ulus-devlet olacak! Sosyalizm stratejinizi sonra tartışırız. Aydınlık, 04. 01. 2019