“GEZİ” DAVASINDA EHEMMİ MÜHİMDEN AYIRMAK

Yavuz Alogan

         Şu ülkede, bazılarının “Gezi” dediği Haziran Ayaklanması kadar sahipsiz kalan, açığa çıkan enerjisi ve ürkütücü şiddet potansiyeli farklı yönlere çekilen, tekrarlanmaması için her türlü siyaset mühendisliğine maruz kalan başka bir toplumsal olay olmamıştır.

         Solcu gibi duran liberallerin başlattığı, giderek resmîleşen söyleme göre, masum “Gezici” gençler ağaçları, çiçek ve böcekleri korumak için orantısız zekâlarını kullanarak haklı ve meşru bir protesto eylemi başlatmışlar fakat daha sonra devreye giren “örgütler” (hangi örgütler?) yüzünden olaylar çığırından çıkmıştır. “Gezici” diye devrimci benzeri zararsız, neşeli ve örgütsüz bir genç profili yaratmaya çalıştılar ama pek tutmadı. Çünkü gerçeği yansıtmıyordu.

         “Darbe” imasında bulunan ilk kişi Selahattin Demirtaş oldu. “Gezi’deki eylemlerden hükümeti devirecek bir halk hareketi çıkarılmaya çalışıldığını gördük ve mesafe koyduk,” dedi.

Çözüm süreci zamanıydı.

Haziran Ayaklanması’ndan iki ay önce, 21 Mart 2013 günü, Diyarbakır’da yapılan Nevruz Mitingi’nde Öcalan’ın mektubu okunmuştu. Saray-Kandil-İmralı arasındaki tezgâhın bir halk ayaklanmasıyla zarar görmesinden korkarak mesafe koydular.

         Gerçekten mesafe koydular, hatta hükümetle anlaşmış bile olabilirler. Ankara sokaklarında güneydoğu illerinin plakasını taşıyan panzerleri gözümle gördüm. Güvenli gördükleri bölgelerden merkeze kuvvet sevk etmişlerdi.

         “Örgüt biziz” diyenler de oldu. Bazı sosyalistler   ve solcu gibi duran liberaller Birleşik Haziran Hareketi’ni kurdular (30. 08. 2014) ve hevesleri kaybolana kadar bir süre oyalandılar. Fakat Saray onları ciddiye almadı, daha derin ve işe yarar bir örgüt arıyordu.

         Haziran Ayaklanması hükümeti sarsmış, Saray’ı ürkütmüştü.  Sayın Saray, 28 Mayıs 2013 günü, yani ayaklanmanın başlamasından birkaç gün önce, “İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da, inancın emrettiği bir gerçek niçin sizler için reddedilmesi gereken bir olay hâline geliyor” sözleriyle, kendi zihniyetini en çarpıcı biçimde ortaya koymuştu.

         Güneydoğu hariç bütün illerde milyonlarca insan sokaklara çıktı. İstanbul’da sabaha karşı evlerinden çıkan sıradan insanlar köprüyü geçip Beşiktaş’ta polisle çatıştılar, Ankara’da öfkeli kitleler devlet binalarına doğru yürüdü. Türkiye’nin her yerinde halk Türk bayrakları ve kalpaklı genç Mustafa Kemal posterleriyle meydanlara aktı. İnsanlar bir an için kendilerini Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye taburlarıyla kol kola yürüyormuş ya da Topçu Kışlası’na doğru Mahmut Şevket Paşa’nın peşinden gidiyormuş gibi hissettiler. Caddeler meydanlar, “Türkiye laiktir, laik kalacak!” “Hükümet İstifa!”  “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganlarıyla çınladı.  Taksim Meydanı’nda Öcalan posteri açmaya teşebbüs edenler su şişeleri ve pankart sopalarıyla kovalandı.

         Haziran Ayaklanması bu ülkenin her sosyal sınıftan en bilinçli halk kesiminin siyasî iktidarın zihniyetine karşı kendi millî kimliğini ortaya koyduğu, Cumhuriyet Aydınlanması’nı, özellikle laikliği savunan, gericiliğe meydan okuyan çok büyük bir devrimci halk hareketiydi. Yakın tarihimizdeki yeri 2007 Cumhuriyet Mitingleri’nin yanıdır ve ışığıyla ülkenin geleceğini aydınlatmıştır.

         Çok amaçlı düşünen Saray sonunda suçluyu buldu.

Muhtemelen iddianamede yer verilemeyecek türden bir olay sebebiyle husumet beslediği Kavala’yı, yanına solcu gibi duran birkaç liberali katarak fevkalade zayıf bir iddianameyle mahkûm etti.  

         Böylece Karl Popper tarzında sivil toplumcu bir holding patronu, “Kızıl Soros” gibi komik bir   unvan edinerek, “Gezi” olayından mahkûm edildi. Hiçbir suçu olmayan adamı yıllarca boşu boşuna hapiste yatırmakla kalmadılar, 72 yaşında mimar Mücella Yapıcı’ya ve diğerlerine de “çapulculuk”tan 18 yıl hapis cezası kestiler.

         Siyasî toplumun muhalif kesimi dehşete kapıldı.

Neden şaşırdıklarını, yargıçlardan birinin AKP eğilimli olmasını neden yadırgadıklarını ben anlamadım. Saray hiç saklamadan, göstere göstere yargı kurumunu düzenlemedi mi, kritik yerlere kendi adamlarını yerleştirmedi mi? Bu süreci gün gün, isim isim takip etmedik mi? Baroları bile bağırta bağırta nasıl bölüp parçaladığını görmedik mi?  

İstese bir gün içinde “kabul edenler etmeyenler kabul edilmiştir” diyerek idam cezasını geri getirir, bir iddianame hazırlatıp husumet duyduğu birilerini üç ayaklıya çıkarıp asar. Kim ne diyebilir?  Tarihin en güçlü, en yetkili, en iddialı lideri… Kavala’yı, iddianameye giremeyecek kadar vahim bir sebeple, bilemediğimiz şahsi bir husumetle ağırlaştırılmış müebbete mahkûm etmiş, çok mu?

         Peki şimdi n’olacak?

         Bence siyasî iktidarın Atlantik’e yanladığı koşullarda ve her türlü dış desteğe muhtaç olduğu bir durumda bu türden davalardan bir şey çıkmaz. Karine arıyorsanız Rahip Bronson, Deniz Yücel davalarına, Kaşıkçı dosyasının akıbetine vs bakabilirsiniz.

Sahici olmayan diktatörlüklerde bağımlı yargı dış etkenlere ve baskılara çok duyarlıdır.  Muhtaç liderler kendi kamuoylarının değil, para ve destek aradıkları dış odakların tepkisini dikkate alırlar. Ülke içinde kefen giyip her daim savaşa hazır olsalar da dış baskılar karşısında mülâyimdirler, fazla ısrar etmezler.  Sahici olmayan diktatörün sert görünüşü bilinçli olarak yaratılmış bir yanılsamadan ibarettir.  Gerçek boyutları ortaya çıktığında emin olun çok şaşıracaksınız.

         Bütün bu nedenlerden ötürü, yeterince gözdağı verdiğini ve potansiyel isyancıları korkuttuğunu düşünen Saray’ın bir üst yargıda kararı bozduracağını ve şanlı “Gezi liderleri”ni (!) serbest bıraktıracağını düşünmek yersiz olmaz.

         Asıl düşünülmesi gereken, AKP sonrası dönemde yargının nasıl bağımsızlaşacağı, ikinci kuvvet olarak nasıl yapılanacağı, siyasetin ve tarikatların yargı kurumlarından nasıl ayıklanacağı gibi ağır sorunlardır. Dışarıdan bağımsız yargıç ve savcı ithal edilemeyeceğine göre, meslek içi eğitim yapacaklar herhalde.

         Özetle, yargının siyasete teslim olması, aldığı kararlardan çok daha önemlidir.

         Şu serin pazar gününde herkesin önem sıralamasını doğru yapmasını dilerim. Eskiler buna “ehemmi mühimden ayırmak” derlerdi. Yani en önemli olanı ilk sıraya koyacaksınız. Önemli olanla uğraşıp saçınızı başınızı yolarken, en önemli olanı gözden kaçırmayacaksınız.  Veryansın, 01. 05. 2022