MOLEKÜL BİZE NE SÖYLÜYOR?

Yavuz Alogan

         Dünyayı etkileyen olaylar geleceğe çarpıcı görüntüler bırakır. Korona pandemisinin en anlamlı görüntülerinden biri Hindistan’ın Kerala eyaletinde belirdi.   Boş bir sokakta, sessiz evlerin arasında bir Malabar Misk kedisi uzun kuyruğunu sallayıp çevreyi koklayarak temkinli adımlarla yürüyor. 1990’larda soyunun tükendiği sanılan bu hayvan parfüm yapımında kullanılıyormuş.

         İnsanlar evlerine kapandıkça dünyanın her yerinde vahşi hayvanların bir zamanlar kendilerine ait olan alanlara yöneldiğini görebiliriz.         Asya’da üç metre uzunluğunda Bengal kaplanları, vahşi filler; Rusya’da Sibirya kaplanları ve ayılar; Avrupa’da geyikler, kurtlar, sincaplar; Afrika’da turistlerin terk ettiği savanlarda aslanlar, zürafalar saklandıkları yerlerden çıkarak insanların işgal ettikleri alanları geri almak için hareketlenebilirler. Belki bizde de necip milletimizin gördüğü her yerde “canavar geldi” diye tüfeğe sarıldığı Anadolu Parsı (Pardus) Bolu dolaylarında vahşi güzelliğiyle belirecektir.

Bu arada NASA, hava kalitesinin Çin’den başlayarak düzelmekte olduğunu bildirmiş. Uzay Uçuşları Merkezi’nde hava kalitesi araştırmacısı Fei Liu, “Belirli bir olayın ardından geniş bir alanda azot dioksit seviyesinde böylesine keskin bir düşüş yaşandığına ilk kez tanık oldum,” demiş. Tabiat ananın virüs sayesinde insanın yarattığı pislikten arındığına tanık oluyoruz.

         Onsekizinci yüzyıldan itibaren kapitalizm insanın doğayı “nesneleştirme” sürecini hızlandırdı, onu kendi hâkimiyeti altına alarak bozmaya başladı. Sosyalist olduğunu iddia eden ülkelerin bu konuda kapitalizmden geri kaldıklarını söyleyemeyiz. Mesela Nikita Huruşov’un 1954-56 yıllarında tam bir ahmaklık ve cehalet örneği olarak uyguladığı “Bâkir Topraklar Kampanyası” tek bir olumlu sonuç vermeyerek Rusya’nın doğasını, toprağını, göllerini ve bitki örtüsünü vahim biçimde tahrip etti. Çin’de kırsal bölgeleri sanayileştirmek için başlatılan Büyük İleri Atılım (1958-61) sadece doğayı tahrip etmekle kalmadı, vahşi hayvanlar dâhil ne bulursa yemeye çalışan on milyonlarca insanı açlıktan öldürdü.

         İnsan, teknoloji marifetiyle doğayı kullanarak, aşılar, ilaçlar  keşfederek hayat süresini uzattı. Homo Sapiens, aşağı yukarı bir sincap ya da ayı kadar, sadece 18- 20 yıl yaşayabiliyordu. 1800’lerde bu süre 50 yıla çıkabildi.  İnsanın hayatta kalma süresi ancak 1920’lere gelindiğinde nadiren 60, nihayet 2000 yılında 85 yıla ulaşabildi. Doğanın bir parçası olduğunu unutan bu ahmak yaratık, kâr ve ilerleme peşinde koşarken kendisini var eden doğayı kendi hırslarına kurban etti; onu acımasızca betona zifte ve naylondan nükleer maddelere kadar her türlü atığa boğarak tahrip etti. Şimdi doğa, yağ kaplı minik bir molekülle tepki gösteriyor. İnce bir yağ tabakasıyla kaplı küçük bir molekül dünyanın her yerine ulaşıp milyonlarca insanı öldürebilecek nükleer füzelerinizle alay ediyor. Ona kulak verelim, bize bir şey söylüyor!

         Friedrich Engels, 1800’lerin sonunda yazdığı, ancak 1927’de Rusça basılan Doğanın Diyalektiği adlı kitabında, “doğal varlıklar karşısında kazandığımızı zannettiğimiz her zafer için doğa bizden öcünü alır” demiştir. Yine aynı yerde Engels, doğaya egemen olacak yerde kendimizi onun bir parçası olarak kabul etmemiz gerektiğini, egemenliğimizin doğanın yasalarını tanıma ve doğru biçimde uygulama üstünlüğünden ibaret olduğunu söylemiş ve şöyle demiştir: “Varoluşumuzun ilk koşulu olan suyu ve toprağı bir alışveriş nesnesi yapmak, insanın kendisini bir alışveriş nesnesi yapmaya doğru atılmış bir adımdır. Su ve toprağın alınır satılır bir mal hâline getirilerek bir azınlığın tekeline alınması ve geri kalanların dışlanması ahlaksızlıktan başka bir şey doğurmaz” (Sol 1970, s. 228-9)

         Virüs olayını doğal süreçlerin bir parçası olarak görmek ve “öleceğiz” diye telaş etmemek gerekir.  Geçici olarak konakladığımız şu yeryüzünde bugüne kadar 109 milyar insan yaşayıp ölmüş. Elbette virüsü yok etmek için mücadele edecek ve kendimizi koruyacağız fakat hakikat anı geldiğinde doğa hükmünü kesinlikle icra edecektir.

  Şimdi bu kâbustan kurtulmak için dinî hurafeleri, efsaneleri bir yana bırakarak bir kez daha bilime sığınacağız ve belki bu kez doğayla uyumlu bir hayat tarzı keşfedeceğiz; mesela, nüfus planlaması işini   öldürücü moleküllere bırakmayıp bizzat üstlenecek, kâr ve sömürü hırsını dizginleyen yöntemler geliştirmeyi, kıt kaynakları rasyonel ve eşitlikçi bir anlayışla kullanmayı öğreneceğiz.

         Fakat buna daha çok zaman var.  Kısa dönemde, muhtemelen Ingmar Bergman’ın Yedinci Mühür (1957) filminde anlattığına benzer bir dönemden, Tanrı’nın sustuğu yerde insanın hayatta kalarak varlığını sürdürme mücadelesi verdiği zamanlardan geçeğiz; erdemli ve cesur insan (“Şövalye”) Kara Veba suretindeki ölümle uzun süre satranç oynayacak. Geçmiş kuşakların doğaya karşı işledikleri suçun bedelini ödeyeceğiz.

Ve elbette bu virüs insan bilincinde ve eyleminde muazzam bir değişime yol açacak. Daha şimdiden bu uzun dönemde işiteceğimiz itirazlara ve taleplere ilişkin pek çok gösterge, yakın geleceği haber veren pek çok alâmet belirdi.  Şikago’da halk AVM’leri yağmalarken Amerikan halkı silah ve gıda stoklamaya başladı. Bu süreç iç çatışmalara yol açacak ve eyaletlerin bağımsızlık taleplerini yükseltecektir.

Avrupa Birliği ipi kopmuş tespih taneleri gibi dağıldı. Fransa başta olmak üzere büyük ayaklanmalar, Almanya’da ise 1920’lerin etnik milliyetçi “völkisch” düşüncesine doğru bir gerileme göreceğiz.

Vuhan halkının Hubey ile  Çiangsi eyaletleri arasındaki köprüde polisle çatışıp, ortalığı ateşe vermesi bu ülkenin yakın dönem tarihinde ilk kez görülen bir olay.  Çin halkının Deng Şiao-ping’in “kapitalist yolcu” Dört Modernleşme Teorisi’ni ayaklarının altına alıp çiğnediğini göreceğiz.

Çin yönetimi, kırsal tarım komünlerini dağıtıp milyonlarca emekçiyi kentlerin çevresinde toplayarak dünyanın bütün çokuluslu kapitalist şirketlerinin köle emeği olarak askerî bir disiplinle çalıştırmanın, emekçiye her türlü güvenceyi sağlayan “demir pirinç kâsesi”ni Komünist Parti diktatörlüğü altında kırarak görülmemiş bir vahşi kapitalizm yaratmanın bedelini kesinlikle ödeyecektir. Çinliler, şu benzersiz komünizm döneminde ortaya çıkan 200’e yakın Çinli dolar milyarderinin edindiği servetin artık-değer kaynağını kesinlikle sorgulayacaklardır.

         Salgın ve iktisadi kriz dünyanın bütün yoksul ülkelerinde kitleleri hareketlendirecektir. Bölgesel savaşlar başlayacak ve vekâlet savaşları şiddetlenecektir.  Asya, Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu’dan gelen muazzam göç dalgaları “medenî” batı aleminin kapılarını zorlayacak, modernizmin vahşi yüzü  iki dünya savaşı arasındaki dönemi andırarak yeniden belirecektir.

 Kapitalizmi ilk anda yıkmasa da şimdilik en azından ehlileştirecek olan, kitlelerin hareketidir. Yeni bir dünya düzeni, tarihin her döneminde olduğu gibi kargaşadan, çatışmalardan, dünya yoksullarının ve mazlum milletlerin mücadelelerinden çıkıp gelişerek kurulacaktır. Benim kehanetim budur. Elbette her kâhinin kehaneti kendi fikrî mensubiyeti ve arzularıyla uyumlu olur.

         Tabiî pek çok kehanet var. Zaten böyle dönemlerde benim gibi amatörlerin (!) yanı sıra fena hâlde profesyonel kâhinler, giderek falcılar, büyücüler ortaya çıkar.  Mesela bazıları, kukuletalı cübbeler giyen  Illuminati ya da Tapınak Şövalyeleri’nin (yoksa Rockefeller ailesi mi?)  oluşturduğu “üst akıl” gibi bir şeyin, bilinçli olarak koronavirüs’ü yayarak  “dijitalleşme çağı”nı başlattığını iddia ettiler.  Şimdilik ateşimizi ve nabzımızı ölçüyorlar, kameralarla yüzümüzü tanıyorlar, cep telefonlarımızdan nerede olduğumuzu saptayıp nereye gitmekte olduğumuzu görebiliyorlar. Fakat bir süre sonra bu denetim işini abartarak münasip bir yerimize bir çip yerleştireceklermiş. Bu çip sayesinde bize hangi malları satacaklarını, nasıl harcama yaptığımızı, ne kadar üretip tükettiğimizi, ne yiyip içtiğimizi, kaç gram dışkıladığımızı, nasıl seviştiğimizi ve nihayet  ne zaman öleceğimizi saptayacak, çizgiden çıktığımızı anladıkları anda bir takım sinyaller göndererek bizi saf dışı bırakacaklarmış.

Bu kehanetin sahibi, böylesine muktedir bir “üst akıl varsa” onu yıkmak gerektiğini düşünemiyor. Böyle bir kapasitesi yok. Adamı bıraksanız çip taktırma kuyruğuna koşup, önlerden “kaynak” yapmaya çalışacak!

         Bu gibi iddialarda bulunan kişi tarih bilincinden yoksundur. Yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri ve eskisi gibi yönetilmek istemeyen, bu nedenle isyan eden, yeni bir dünya düzeni arayan insan, küresel kapitalizm dijitalleşerek varlığını sürdürsün diye kıçına çip takılmasına asla razı olmayacaktır. Dünyanın yoksulları dünyanın zenginlerinden hesap soracaklardır. Demokrasi de budur zaten: devlet ile halk ve halkın içindeki bütün toplumsal sınıf ve tabakalar arasında  hesap sorabilmeyi/verebilmeyi, karşılıklı ve dengeli denetim sağlamayı mümkün kılan, mutabakata dayalı ilişkiler bütünü….

 Doğaya uyumlu yeni bir dünya düzeni, yoksul halk kitlelerinin ve ezilen ulusların kapitalizme ve emperyalizme karşı kendiliğinden mücadelesiyle başlayacak, öncü grupların hakikati keşfedip, derin uykulara dalmış tarihsel belleği uyandırarak bu mücadeleye programatik bir yön kazandırmasıyla kurulacaktır. Aksi hâlde insanlık salgınlarla, savaşlarla, nükleer bulutlarla, iklim döngülerinin bozulmasıyla muazzam bir kaosun parçası olarak sonsuz zamanın içinde yok olup gider. Veryansıntv, 03. 04. 2020