FETÖ’YLE MÜCADELE VE REJİM SORUNLARI

Yavuz Alogan

Devlet gizli örgütleri yıkmak için hep aynı tekniği kullanır; örgütlerin orta kademesindeki kadrolara vurur. Bu kademe merkez ile taban arasındaki bağlantıyı sağlayan gövdedir; yayınları dağıtır, para toplar, silah temin eder. Bu kademeye vurulduğunda örgütün merkezi tecrit olur, tabanı dağılır. Bu tamamen teknik-polisiye bir yöntemdir. Ülkenin ideolojik iklimi de elverişliyse örgütün işi bitmiş demektir.

Devletin baskı aygıtı FETÖ’ye karşı bu yöntemi başarıyla uygulamıştır. TSK’nın ve emniyetin içinde yuvalanan terör örgütü kadroları hızla tasfiye edilmiş, parasal kaynakları kurutulmuş, haberleşme sistemleri çökertilmiştir. Örgütün ABD’yle olan bağlantıları, siyasî iktidar katında fazla vurgulanmasa da toplum nezdinde açığa çıkarılmıştır. Böylece FETÖ’nün devlet organlarının içinde eskisi gibi örgütlenme, kadro devşirme, ihtilal yapma, isyan çıkarma, kitlesel bir ayaklanmaya önderlik etme, hatta legale çıkma imkânı kalmamıştır.

Günümüzde FETÖ unsurları, korkak insanın kendisini cesur hissedebildiği, az olanın çok, zayıf olanın güçlü görünebildiği, kimliğini gizleyerek rahatça atıp tutabildiği bir yanıltma ve manipülasyon alanı olarak da kullanılabilen sosyal medyaya taşınmıştır. Sürgünde yaşayan FETÖ hainleri sosyal medyada boy göstermekte, videolarla kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadırlar. En büyük sorun, bu kişilerin Avrupa ve ABD’de kendilerini mağdur demokrat pozunda pazarlayabilmeleridir. Mevcut iktidarın hatalı uygulamaları, önüne geleni ve hoşlanmadığı kişileri darbeci, FETÖ’cü diye tutuklaması ya da kovuşturması bu pazarlamaya imkân vermektedir

Ülke içinde FETÖ’nün kıymet-i harbiye’si kalmamıştır. Ancak şimdiki hâlde iki zaaf görülmektedir. Birincisi, siyasî iktidarın yıllardır yerleştirmeye çalıştığı ideolojik iklimdir. İkincisi ise siyasî partilerin FETÖ olayını elverişli bir mücadele enstrümanı olarak kullanma çabalarıdır. Bu çaba sayesinde ölü örgüt canlı gibi görünmekte ve ülke gündemini işgal etmektedir. Sorunun temelinde, FETÖ’ye devletin kapılarını açan siyasî partinin hâlâ iktidarda olması gerçeği yatmaktadır.

İdeolojik İklim

         AKP’nin Türkiye’de yarattığı ideolojik iklim, artık FETÖ’nün değilse de devlet yönetimine katılmak ve maddî çıkar elde etmek isteyen benzer örgütlerin üreyebileceği bir ortam oluşturmuştur.

Mevcut Anayasa’da yazılı laiklik ilkesinin tamamen terk edildiği bir ortamda meşruiyet kazanarak kendi hiyerarşik yapılarını oluşturan, muazzam parasal kaynaklara ve devletin içinde faaliyet gösteren kadrolara sahip olan tarikat ve cemaat örgütleri devleti kullanan, kendi kanunları olan baskı gruplarına dönüşmüştür. Taşıdığı oy potansiyeli bu geniş ve kendi içinde bölümlere ayrılan grubu bütün siyasî partiler için vazgeçilmez hâle getirmiştir.

 Saray tehlikenin farkına varmış, üzerinde yükseldiği tabanı zedelemeden bir çözüm bulmaya çalışmıştır.  Diyanet’in “Dinî Teşekküller Raporu” bunun somut bir örneğidir. Rapor farkındalığı ortaya koymuş, bu yapıları makbul olan (geleneksel) ve olmayan (türedi  ve dış bağlantılı) gruplar; başka deyişle, Saray’a biat eden ve etmeyen teşekküller olarak ayırmaya çalışmıştır. Fakat hiçbir siyasî iktidar yaymaya çalıştığı ideolojinin taşıyıcısı olan çıkar gruplarını dilediği gibi tasnif ve tasfiye edemez.  

 “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, mensuplar ülkesi olamaz” diye sabah akşam papağan gibi söylenmenin faydası yoktur. Türkiye tam da öyle olmuştur. Bu sonucun alınmasında herkesin -herkesin!- katkısı vardır. Her biri potansiyel bir FETÖ olan din istismarcısı teşekküllerin kapatılması ve varlıklarına el konulması günümüzde neredeyse bir fantezi, gerçekleşmesi imkânsız bir hayal gibi görülmektedir.

FETÖ Enstrümanı

Marjinal olanlar hariç siyasî partilerin ve liderlerinin tamamı (Ecevit, Demirel dahil, Erbakan hariç) FETÖ’yü ve CIA’nın bu rezil örgüt aracılığıyla kurduğu ajan okullarını göklere çıkardı. 2012’de Sayın Reis,  Hocaefendi Hazretleri’ni Türkiye’ye davet etti: “bu sıla hasreti bitmelidir artık, bitsin istiyoruz.” Bu liderlerin FETÖ’nün CIA bağlantısını bilmemeleri mümkün müydü?

Şimdi devran döndü, FETÖ övgü değil, suçlama konusu, siyasette rakibi yıpratma aracına döndü.  FETÖ örgütü dağıldı fakat ruhu siyasî toplumun içinde dolaşıyor. Enver Altaylı olayı tipik bir örnektir.  Adamın ilişki kurmadığı parti kalmamış; siyaset alanını 15 Temmuz kalkışmasına hazırlamış, raporlar, mektuplar yazmış. AKP’nin, bu çok taraflı casusu   muhalif siyasî partilere ayar vermek için bir enstrüman olarak kullanacağı, iddianamenin ek belgelerini evreler hâlinde medyaya salarak muhalefeti baskı altına almaya çalışacağı anlaşılmaktadır. Ancak bu durum, başta CHP olmak üzere İP’in ve MHP’nin bu CIA ajanıyla ilişkilerini açıklama mecburiyetini ortadan kaldırmaz. Fakat, gerçekçi olmak gerekirse, siyasî partilerin bu unsuru çamur gibi birbirlerinin üstüne atmaya, kendi muhaliflerinde FETÖ’nün ayağını, parmağını, kolunu bacağını aramaya devam edecekleri görülmektedir.

ABD Bize Ne Yapacak?

         RAND Raporu, ABD’nin FETÖ ya da benzeri bir tarikat cemaat atına ikinci kez oynamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Rapor  Amerikan  devletine Millet Cephesi’ni desteklemeyi, Milli Savunma Bakanlığı merkez olmak üzere TSK üzerinde etkide bulunmayı tavsiye etmektedir. Özetle ABD, NATO’ya sadık, Rusya ve Çin’e mesafeli bir Amerikancı sivil iktidar ya da doğrudan askerî darbe düşünmektedir.   

         Bu değerlendirmenin ABD açısından gerçekçi fakat riskli olduğunu söyleyebiliriz.  Risklidir, çünkü Türkiye’de iktidarın normal demokratik prosedürle el değiştirmesi mümkün görünmemektedir. Siyasî iktidar elindeki bütün imkânları kullanarak iktidarda kalmaya çalışacaktır. Askerî darbe ise ayakta kalabilecek bir siyasî iktidar kuramaz; birbirini izleyen askerî ve sivil kalkışmalara yol açar. Fakat ABD’nin bulduğu çözüm budur.  Bölgeye örnek olacak ılımlı İslâm, “yeşil kuşak” vs taktilerinin terk edildiği, Davutoğlu’nun taşeron yayılmacı “stratejik derinlik” görüşlerinin ise dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır.  

Son tahlilde, ABD’nin çok kutuplu dünyada 1970’lerdeki gibi  askerî cuntayla kendi stratejisine uygun bir siyasî yapı oluşturma, her dediğini kabul edecek generaller ve siyasetçiler bulma şansı yoktur.  Türkiye’nin, askerî cuntayla yönetilecek kadar basit bir ülke olmadığı 1972’de, 1980’de görülmüştür. Üstelik ABD Türkiye’de gerek askeriye içinde gerek siyasî toplumda, gerekse halk nezdinde görülmemiş ölçüde deşifre olmuştur. En Amerikancılar bile Amerikancı olduklarını gizlemektedirler.

Kendi içinde tutarlı bir Atlantik Bloku’nun ya da bizi bağrına basıp ekonomik krizden çıkarmaya hevesli bir Avrasya Dünyası’nın var olduğuna ilişkin iddialar, düpedüz lobi faaliyeti değilse, birer yanılsamadan ibarettir. Amerikan-Türk dostluğu ya da Türk-Slav kardeşliği gibi tuhaf düşüncelere değinmek bile gereksiz.

Şimdi böyle bir dünyada siz süper güç gibi davranır, her önünüze gelenle (Ukrayna dahil) stratejik ortaklık kurmaya kalkışır, bir süper gücü diğerine karşı oynamaya çalışır, her ikisinde de umutlar yaratır fakat aynı zamanda her ikisinin de kuyruğuna basarsanız, bir süre sonra bütün dünyayı karşınıza alır, ordunuzu, milletinizi ve elbette kendinizi de felakete sürüklersiniz. Türkiye şimdi bu yolda ilerlemektedir ve yolun sonuna doğru sorunlarını kendisi çözecektir.

Rejim Sorunu

         Türkiye kapsamlı bir restorasyondan geçerek yönetim sistemini kökten değiştirmek; ekonomi, askeriye, eğitim ve sağlık alanlarında kapsamlı reformlar yapmak, bunun için de Saray diktatörlüğünden kurtulmak zorundadır.

         Günümüzün temel sorunu ve yakın dönemin en belirleyici mücadele konusu mevcut rejimin değiştirilmesi ve yeni bir Anayasa’nın hazırlanmasıdır. Siyasî partiler bunun farkındadır.  Ufak ufak yoklama yapmakta, kamuoyu oluşturmak için semaya deneme balonları salmaktadırlar. Nitekim HDP bir “Anayasa strateji belgesi” hazırlamaktadır. CHP ise  Prof. Kaboğlu’na,  içinde “Türk milleti”nin ve “Atatürk milliyetçiliği”nin olmadığı  anayasa taslağı gibi bir şey  (“yol haritası”) yazdırmıştır.

Burada durup, “millîcilerin, Kemalistlerin, ülkücülerin, anti emperyalist sosyalistlerin anayasa taslağı nerede?” diye sormak gerekir. Millî Anayasa Hareketi yarı yolda kalmış, hatta yola çıkamamış, bir genel toplantı yapıp dağılmış, geniş bir muhalif halk kesimini AKP’nin anayasasına teslim etmiştir. Bu başarısızlığın sebeplerini sorgulamak, sorumlularını teşhir etmek gelecekte aynı hatalardan kaçınmak için zorunludur.

         İlk genel seçimlerden sonra oluşacak TBMM’ye kuruculuk vasfı yüklenmesine (Kaboğlu’nun dediği gibi!)  razı olamayız. Türkiye kendi içinden bir kurucu irade, anayasa yapacak bir kurucu meclis çıkarmak zorundadır. Eğer bu gerçekleşmezse mevcut rejimin devamına ve ilerlemesine ya da küresel sermayenin sömürge anayasasına razı olursunuz.  Birinci durumda Saray’ın ümmeti, ikinci durumda ise  özerk bölgelerde yaşayan birer  “Türkiyeli insan” (!) oluruz.  “Anayasal yurtsever” gibi bir şeye dönüşürüz!

         Sahici anayasalar insan derisiyle kaplıdır; liberal profesörlere ısmarlanmaz. Örgütlü toplum, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti istiyorsak, esas olarak rejim sorunuyla ilgileneceğiz.  İç ve dış bütün diğer meseleler ikinci plandadır. Kaderimizi içerideki ve dışarıdaki yabancıların belirlemesine izin vermeyelim. Veryansın, 07. 02. 2020