KILIÇDAROĞLU KİME BENZİYOR?

Yavuz Alogan

        Genç sosyalist arkadaşım, “Hocam, Kılıçdaroğlu’ndan Kerenskiy çıkar mı?” diye sordu. “Çıkmaz,” dedim.

        Sonra düşündüm. Yetmişli yıllarda Ecevit’i Kerenskiy’e benzettiğimi hatırladım. 1917 Şubat Devrimi’nden sonra Geçici Hükümet’in başkanı olan Kerenskiy, I. Dünya Savaşı’nın yarattığı kriz ortamında hem militarizmi körükleyip hem de demokratik devrimi tamamlamaya çalışırken çuvallamış, ayaklanan işçi sınıfına önderlik eden Bolşevikler, Kızıl Putilov fabrikasının silahlı işçilerine ve Kronştad denizcilerine dayanarak iktidara doğru … Doğal olarak bu benzetmede biz Bolşevik oluyorduk…

        Ecevit’i 1936-39 İspanyol iç savaşı sırasında II. Cumhuriyet’in Başbakanı Largo Caballero’ya benzettiğimi de hatırlıyorum.  Yoksa kendimi de Troçkist POUM’un lideri Andreu Nin gibi mi görüyordum? Yok artık, daha neler …

        Fakat I. Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti’nin (1975-77) başbakanı Süleyman Demirel’i, Hitlerin 1933’te iktidarı ele geçirmesinden hemen önceki Alman Şansölyesi Heinrich Brüning’e benzettiğimi gayet iyi hatırlıyorum.

        Bu örneklerde genç yaşta ülkeyi iyice anlamadan aşırı tarih okumanın sakıncalarını görüyoruz.  İnsan millî ve yerli gerçeklerden kopuyor, tuhaf benzetmeler yapıyor. Yine de haksızlık etmeyeyim, önceki kuşaklardan intikal eden deneyim ve bilgi kıtlığı nedeniyle biz tarihi kendi başımıza öğrenmek, siyaseti de el yordamıyla düşe kalka yapmak zorunda kaldık.

Tabiî ki affetmediler.  Öğrenci gençliğin en parlak önderlerini, değerli abilerimizi kurşunladılar, astılar. Hayallerimize ve siyasî deneyimlerimize muazzam bir güçle saldırdılar, bizi tam iki kez yere serip üzerimizde tepindiler, zaferlerini ilan ettiler. Öğrenme çağındaki toy gençleri öldüresiye biçtiler.

Sonra Amerikalılar istiyor diye bölücülüğe razı olup gericiliğe teslim oldular ve bugüne geldik.

Günümüzde kitlesel bir gençlik/öğrenci hareketinin sokakları çınlatmaması bana hâlâ çok tuhaf geliyor. Kanuni Sultan Süleyman devrinde bile medrese öğrencileri ayaklanmışlar, Suhte İsyanları denilen olaylar dört yüz yıl önce bile memalik-i şahane’nin altını üstüne getirmiş.

Yakın zamanlarda öğrenci gençlik hareketi olarak bir tek TGB  ümit vermişti. Fakat bu yaratıcı mücadeleci örgüt, kontrolü kaybedeceğim diye ödü kopan aşırı derecede korkak morukların hamasetle gizlemeye çalıştıkları özgüven eksikliğine kurban gitti; ülkenin en tuhaf partisine getir götür hizmeti veren acayip bir eklentiye, fikirsiz bir papağanlar topluluğuna dönüşerek daraldı.

Aslında her kuşağın dramı farklı oluyor. Bizim gençliğimizde ateşli ve akıllı bir gencin fedai ruhuyla devrimci ya da ülkücü olmaması neredeyse imkânsızdı.

Gençlerin siyasî görüşleri, yaşanan zamanın ikliminde yeşeren sosyal ortama, biraz da aile kültürüne göre biçimlenir. Aşağı yukarı her on yılda bir değişim yaşanır.  

Bu kez on yıllık süre aşıldı.

Tam yirmi yıl boyunca azar azar toplumun üzerine çökerek hegemonik nitelikler kazanan bir ideoloji  uzun ve tuhaf bir değişime yol açtı, bir tür “social amnesia” (toplumsal unutkanlık) evreler hâlinde insanların zihin dünyasını esir aldı. Zamanın çöl iklimi ülkenin entelektüel ve devrimci yetiştiren toprağını kuruttu, çoraklaştırdı.

Bu yüzden AKP iktidara geldiğinde on yaşında, şimdi ise otuz yaşında olan gencin Kılıçdaroğlu’nu Kerenskiy’nin yanına koymayı akıl etmesi beni şaşırttı.

Hayır, hiç benzemiyor. Tarih bazen çok zayıf omuzlara kaldıramayacağı kadar ağır yükler bırakır. Fakat her defasında o yükü omuzlayacak başka birileri çıkar.

Kılıçdaroğlu’nun kime benzemesini isterdin diye bana sorsalardı, “Konrad  Adenauer,” derdim.  Prusya tarzı bir imparatorluk bürokratı olarak yetişmesine rağmen, II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni Alman kimliğinin oluşmasını sağlayan, ülkesine onur ve saygınlık kazandıran önemli bir devlet adamı, dış politikada uluslararası bir aktördü.

Saray Rejimi’nin yarattığı büyük yıkımın ardından bize ancak böylesi yakışırdı. Fakat maalesef ısmarlama olmuyor bu işler.

 Peki ona benziyor mu, Kılıçdaroğlu?  Sanmıyorum. Sadece  yobaz ve hırsız olmadığını biliyoruz. Toplumun tercihleri, değerler hiyerarşisinin en alt düzeyinde şekillendiği için buna razı oluyoruz.

“Onu seçelim!”

“Neden?”

“Çünkü ahlaksız, namussuz, hırsız, yobaz, pedofil, yalancı ve sahtekâr değil.” Demek ki mevcut siyasî ortamda mükemmel bir insan!

Aslında 21. yüzyılın başında daha sofistike, yani özgün,  gelişmiş, karmaşık, örgütlü, topluca itiraz ve mücadele geleneği olan,  kültürlü ve demokrat bir toplum, kurumsallaşmış ve dengeli bir hukuk  devleti beklerdim.

Toplum katında bütün sınıf ve sosyal katmanları dikine kesen ortaçağ şeriatı ile laisizm arasında; siyaset ve devlet katında ise yağmacı gerici bir yapı ile onun gericiliğine dokunmayan bir restorasyon girişimi arasında süren kavga önümüzdeki on yılı işgal edecek ve ancak büyük felaketlerin ardından yatışacak gibi görünüyor.  Belirleyici olan, netice alan çatışma, siyaset katında değil toplum katında, halk arasında gerçekleşecek.

Ancak bu çatışmalı sorun, ortaçağ ideolojisi ile modernizm arasında iki yüz yıldır süren bu kavga aşıldıktan sonradır ki yeni bir devlet ve toplumun ana hatları ufukta belirebilir. O zamana kadar hayatın her alanında savaşacağız.  

Şu güneşli pazar gününde kafanızı fazla yormayın derim. Yaklaşan büyük fırtınanın ilk türbülansında savrulmamak için kemerlerinizi bağlamanız yeterli.  Sonra çatışmaya alışırsınız, yeni yollar, geçitler bulursunuz. Veryansın, 26. 03. 2023