SEYREK DOKULU GEVŞEK YAPI

Yavuz Alogan

        Bisiklet sürerken Devlet teorisi üzerine düşünce geliştirmeye devam ediyorum. Geçen gün dik ve uzun bir yokuşta pedal basarken, mevcut Devlet’in aslında seyrek dokunmuş gevşek bir yapı olduğunu fark ettim. Daha önce de Devlet’i çeşitli binalarda oturan adamların oluşturduğunu düşünmüştüm. Bu sefer onu her yere çöken sis benzeri bir örtü gibi görmek doğrusu hoşuma gitti.

Devlet örtüsünü ele geçirebilir, ona sahip olabilirsiniz; kendi boyalarınızı kullanarak rengini değiştirebilir, insanları ve nesneleriyle birlikte her şeyi kaplayacak şekilde onu ülkenin üzerine serebilirsiniz.

        Fakat eğer doku seyrek, yapı gevşekse, örtünün zamanla sökülmesi, altındaki muazzam menfaat çatışmalarının, mikro iktidar uğruna verilen mevki makam savaşlarının açılan deliklerden görünmesi ve tekil partinin kurduğu devlet iktidarının meşruiyetini evreler hâlinde ya da hızla kaybetmesi mümkündür. Tek bir ilmeğin kopmasına bakar… Bir ilmek koptuğunda, bir düğüm çözüldüğünde, diğerlerinin de onu takip etmesi, giderek bir zincirleme reaksiyonun oluşması beklenmelidir.

        Mesela emniyet müdürü iç işleri bakanının suç örgütlerine bilgi sızdırdığını söylüyor; yargıç, seçimle göreve gelen belediye başkanını yasaklı hâle getirmesi için kendisine talimat verildiğini anlatıyor; ana muhalefet partisinin başkanı dünyanın bütün uyuşturucu baronlarının ülkede fink attığını, onların parasıyla bütçe açığının kapatıldığını örnekler vererek anlatıyorsa, sökülme başlamış demektir. Bu durumda, örtünün bir incir yaprağı kadar bile ayıpları örtemediğini, işlevini kaybetmeye başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Parti devleti kendi yolsuzluğunu denetleyemiyor, gizli kalması gereken işlerinin açığa çıkmasını önleyemiyor. İç denetim mekanizmasını kuramamış; kendi güvenliğini bile sağlayamıyor, sırlarını saklayamıyor.  

        Aslında bu doku seyrekliğinin, sökülmenin sebebi, tutkal olarak kullanılan ideolojinin devletin kurumlarını ve yöneticilerini birbirine ve bütün halkı devlete yapıştırmakta yetersiz kalmasıdır.  Yakın zamanda yaşanan bütün örnekler (Mısır, Tunus, Fas, Cezayir vs) bir ideoloji olarak siyasî İslâm’ın sık dokulu, sağlam yapılı bir devlet kurmaya uygun olmadığını gösterdi. İdeolojinin kendisi, Devlet iktidarına sahip olan kişiye -hâşâ huzurdan- Allah’ın yeryüzündeki gölgesi gibi tapılmasını gerektiriyor. Bu olmayınca, geriye sadece boş bir şişinme, işini yürütenlerin sessiz kurnazlığı ve geniş kitlelerin homurdanması kalıyor.

Kendi içinden 400 ayrı kol çıkararak hayatın her alanında faaliyet gösteren 30 tarikat ve cemaati birleştiremeyen bir ideoloji monolitik bir devletin çimentosunu nasıl karacak? İran’da tek bir mezhebin temsilcisi olan mollalar  aşırı şiddet kullanarak hilafet makamı benzeri velayet-i fakih kurumuyla monolitik bir devlet kurmayı başardılar. Fakat orada bile Devlet’in sık dokulu sağlam örtüsü kısa geldi; öfkeli kitleler sokakta imamın sarığını kapıp yere çalmaya başladılar.

        Türkiye’de ilginç  ve değişik olan Saray’ın esnekliği, inisiyatifi asla elden bırakmayarak somut koşullara uyum sağlama ve gündemi belirleme yeteneğidir. Yukarıda kristal vazo gibi duruyor. Düştüğü anda bin parçaya bölüneceği için iktidarda kalmaya mecbur.   Medyanın neredeyse tamamına, bütün devlet kurumlarına, kısmen devletin baskı aygıtlarına da hâkim olmasına rağmen, iktidarda bile takıyye yapacak kadar dikkatli, temkinli davranıyor.  Özellikle seçim dönemlerinde insanları kandırmak ya da kararsız bırakmak için tavır değiştiriyor, farklı kılıklara bürünebiliyor. Reis’in ağzının içine bakıyoruz, Atatürk’ü anacak mı diye… Nitekim anıyor, 10 Kasım’da Anıtkabir’e gidiyor.  Seçmeni tavlamak için gereken neyse onu yapıyor; taraftarlarına gaz veriyor, para dağıtıyor, taraftar olmayanların nabzına göre şerbet hazırlıyor.

        Mesela Kuzey Kore’de böyle sorunlar yok. Resmen ateist olan Devlet, ideolojik yapısını oluşturan  “Çuçe düşüncesi” ve kişiye tapma kültü sayesinde monolitik yapısını koruyor, bütün dünyaya posta koyarak havai fişek gibi nükleer füzeler uçuruyor.  Lider’i gördüklerinde insanlar heyecandan göz yaşlarını tutamıyorlar, delirmiş gibi tezahürat yapıyorlar. Tanrı olarak Lider, şartlı refleksle yönetilen halk, toplu histeri olarak kitlesel gösteri… Devlet, sık dokunmuş sağlam yapısını bu üçlüyle koruyor.

        Faşizm tarihsel olarak seküler bir ideolojidir. Siyasî İslâm’dan faşizm çıkmaz. İstikrarlı bir diktatörlük bile çıkmaz. Batılı anlamda “demokrasi”ye yatkın olmadığı gibi, özgün bir demokrasi de kuramaz; devlete hâkim olduğunda, yani egemenliği milletten alıp kendi örgütlü ruhbanıyla aracılık ettiği Tanrı’ya verdiğinde, nerede duracağı, ucu açık radikalizminin nereye varacağı belli olmaz. Günümüzdeki ılımlı örneği Müslüman Kardeşler, radikal örneği ise El-Kaide’dir. Birincisi hiçbir ülkede iktidarı elde tutamadı, ikincisi ise emperyalizmin taşeronu olarak askere alındı. Emperyalist ülkeler  “ılımlı İslâm”la orayı burayı çevreleme taktiğinden de vazgeçtiler zaten.

        Bizdeki sorun, dışarıdan yönetilen siyasî partilerin Aydınlanma Devrimi’nin ilkelerine sahip çıkmamasından, asker sivil bürokrasinin gericiliğe teslim olmasından ibarettir. İki kelimeyle kısaltmak gerekirse, rehavet (gevşeklik/uyuşukluk) ve korkaklıktır. Birincisinin sebebi sorgulamadan itaat etme alışkanlığıdır (konformizm); korkaklığın ise hiçbir sebebi yoktur. Fakat insanların kaybedecekleri şeyler azaldıkça cesaretleri artacaktır.  

        Neyse, uzatmayalım.

        Bu seyrek dokulu gevşek yapının en yıprandığı yerlerden başlayarak sökülmekte olduğu, açılan deliklerden hiçbir medya gücünün gözlerden saklayamayacağı kadar büyük rezaletlerin sırıttığı ve sürecin sonuna gelindiği açıktır. NATO’nun ve Rusya’nın Sayın Saray’a diplomasi sahnesinde önemli roller vermesi uzatmaların biraz daha uzamasını sağlayabilir fakat nihai akıbeti önleyemez.

Ayrıca dışarıda vurulan cilânın içeride siyasî karşılığı yok.  Saray’ın “Lider siyaseti yaparak tahıl koridorunu açtım,” diye övünmesi ekmek alıp karnını doyurmakta zorlanan insanın ancak asabını bozabilir. Stoltenberg’in koşup gelerek “size minnettarım” demesi, milleti, hatta ümmeti bile sevindirmez. Savaş ve fetih gibi seçmeni etkileyecek imkânlar da çok sınırlı.

        Yolsuzluk, yoksulluk ve yasakların çığırından çıkmasıyla eşzamanlı olarak liderin diktatörlük denemesinde ısrar etmesi, sonunda Saray’ı bütün kadroları ve müştemilatıyla birlikte, sandığa değilse de tarihin en derin ve karanlık çukuruna gömecektir. Sorun şu ki bunun nasıl gerçekleşeceğini ve arkasından ne geleceğini kimse bilmiyor.

        Kuzey rüzgârlarının estiği şu kasvetli pazar gününde herkesi kopan ilmeklerin ve çözülen düğümlerin açtığı delikleri genişletmeye davet ediyorum.  Veryansın, 13. 11. 2022