RUSYA’NIN SINIRLARI

Yavuz Alogan

Her büyük savaş bir önceki barışın sonucudur. Antlaşmaların sözleşmelerin eksik bıraktığını tamamlamak ya da bozduğunu düzeltmek için yapılır.

         1919 Versailles Barışı’yla Alman İmparatorluğu parçalandı, Alman halkı ağır şartlarla cezalandırıldı. ABD Başkanı Wilson’ın “kendi kaderini tayin” ilkesi Avrupa çapında mikro milliyetçiliği, yanı sıra kıtada tarihsel kökleri olan ırkçılığı canlandırdı. Almanların farklı ulusal sınırlar içinde kalan Germenleri birleştirme ve Versailles haritasını değiştirme tutkusu Eylül 1939’da II. Dünya Savaşı’na yol açtı.  Finlandiya Kış Savaşı’ndan sonra Rusya’nın ihraç edildiği (Aralık 1939), ABD’nin ise katılmaya tenezzül etmediği Milletler Cemiyeti kıtada barışı korumak için hiçbir şey yapamadı.

         Birleşmiş Milletler (1945) savaşın yol açtığı paylaşım temelinde kuruldu; II. Dünya Savaşı’nın galipleri Tahran (1943), Yalta  ve Potsdam (1945) Konferansları’nda Balkanlar’ı, Orta ve Doğu Avrupa’yı, Pasifik bölgesini  nüfuz alanlarına bölerek kendi aralarında paylaştılar.

        Soğuk Savaş’a rağmen, 1945’ten kabaca 2001’e kadar bölgesel savaşlar ve sömürgecilik döneminin artçı savaşları dışında insanlık barış içinde, sürekli ilerleme, gelişme umuduyla yaşadı. Reel sosyalist sistemin “süper güç” seviyesine yükselerek kapitalist sisteme meydan okuması ve alternatif oluşturması, batı ülkelerinde etkili olan güçlü sendikaların, sosyalist/sosyal demokrat siyasî doktrin partilerinin varlığı, gelişmiş ya da az gelişmiş bütün kapitalist ülkelere sosyal refah, toplumsal kalkınma, bölüşümde eşitlik ve adalet gibi günümüzde kullanılmayan kavramları getirdi. İnsanlık bu kavramları sonsuza kadar benimsemiş gibi göründü.

         Geniş reel sosyalizm alanının 1989-91 arasında Varşova askerî paktı ve Comecon ticarî ve ekonomik işbirliği örgütüyle birlikte çökmesi, Belovej Antlaşması’yla (Aralık 1991) SSCB’nin dağılması muazzam bir ideolojik ve jeopolitik boşluk yarattı. NATO batıdan doğuya kuzeyden güneye doğru yayılarak boşluğu doldurmaya başladı. Batı, Rusya’yı kuşatmakla kalmadı, Balkanlar’dan Kafkasya’ya, oradan Orta Asya’ya kadar Rusya’nın bütün etki alanlarını ve hinterland’ını (arka bölgelerini) sermayesiyle, şirketleriyle, NGO’larıyla işgal etti.

         Birleşmiş Milletler 1990’dan, Birinci Körfez Savaşı’nın başlamasından itibaren devre dışı kaldı; ABD Ortadoğu’daki egemen devletlerin sınırlarını değiştirmek için savaşmaya, etnik ve dinî grupları vekâleten savaştırmaya başladı.

         Soğuk Savaş resmî bir antlaşmayla sonuçlanmadı. Taraflardan biri (SSCB) kendiliğinden çökmüş ve kendi kararıyla dağılmayı kabul etmişti.  Taraflar yeni bir Birleşmiş Milletler düzeni kurma girişiminde de bulunmadılar. O zamana kadar gündemde tutulan bütün silahsızlanma anlaşma ve girişimleri rafa kaldırıldı. Şimdiki savaşın tohumları 1989-91’de “tarihin sonu” gibi, yani nihai ve sonsuz bir barışın başlangıcı gibi görünen dönemde atıldı. Ebedî barışın başlangıcı sanılan dönem, dün başlayan ve uzun süreceği anlaşılan savaşın sebebini oluşturdu.  

         1991’de Rusya jeopolitik olarak yenildi, ideolojisi iflas etti; içeriden ve dışarıdan Batı’nın bütün imkân ve kabiliyetleriyle, silahlarıyla ve sermayesiyle kuşatıldı. Şimdi Putin Ukrayna’nın işgaliyle bu kuşatmayı yarmaya, NATO baskısını durdurarak “ileriden savunma” hatlarını mümkün olduğu ölçüde ele geçirip yeniden yapılandırmaya çalışıyor.

         Herkes soruyor, Putin’in aklında ne var?

         Putin’in aklında “süper güç” statüsünü kabul ettirerek vassal devletleri ve nüfuz alanlarıyla birlikte yeni bir Ortodoks Hıristiyan Rus İmparatorluğu kurma düşüncesi var.  Bütün Slavları birleştirmek, Belarus’tan kuzeye doğru giderek Baltık bölgesini fethedip denize çıkış sağlamak, Karadeniz’e hâkim olmak, Kafkaslardan Vladivostok’a kadar, Hazar Denizi’nin doğusundaki ülkeleri de kapsayacak şekilde bir imperium (imparatorluk alanı) oluşturmak, Ortadoğu’daki “bölgesel devletler”i (Irak, Türkiye, Suriye, İran) etki alanına almak istiyor.

Şimdiki Rusya’nın stratejik doktrini budur ve açık uçludur. Putin’in, “Rusya’nın sınırları yoktur” sözü bu doktrinin en kısa ifadesidir.

         Bu geniş ve nihai hedef Rusya’nın askerî, ekonomik ve toplumsal gücünün çok ötesindedir. Ulaşılması imkânsızdır. Putin’in Rusların Büyük Çarı rolünü sonuna kadar oynaması, Rus halkının yeni çarı uzun süre sırtında taşıması da beklenemez.

         Putin oligarşisi büyük bir askerî engelle ya da yenilgi veya baskıyla karşılaşmadığı ya da 1989-91’deki gibi içe doğru çökmediği sürece, duraksayarak da olsa askerî yöntemlerle stratejik hedeflerini ele geçirme çabasını sürdürecektir.

         Ukrayna’nın işgali şimdiki hâlde kendi içinde bölünmüş ve beyni sulanmış NATO’nun yeniden birleşip pekişmesi ve  Çin’in Pasifik’teki elinin güçlenmesi gibi  iki sonuç doğurdu. ABD/NATO  “çevreleme” (containment), Çin “dolaylı tutum,” Rusya ise sert güç kullanma stratejisini sürdürecektir.

         Nükleer felakete yol açmadığı taktirde bütün bu çatışmaların çok büyük kayıpların ardından yeni bir Birleşmiş Milletler konvansiyonuna ve uluslararası hukukun yenilenmesine yol açabileceğini bu evrede ancak umabiliriz.

         Son tahlilde, kibirli ve aptal Amerikalı’nın açgözlülüğü ile mağrur ve yaralı Rus’un ihtirasları aynı kapitalist dünya sistemi içinde karşı karşıya geldi.  Birincisi tek kutuplu dünya sistemini, ikincisi ise emperyal hâkimiyet alanını geri istiyor. Binlerce, belki milyonlarca isimsiz ölü ve muazzam maddî kayıplar pahasına…

NATO’yu ve en genelde batı emperyalizmini “demokrasi”nin savunucusu olarak görmek ya da Rusya’yı emperyalizme karşı mücadele eden mazlum bir ülke, hatta ezilen milletlerin kurtarıcısı sanmak, körlük, cehalet ve ahmaklıktan başka bir şey değildir. Kendi varlığını ikisinden birinin stratejik anaforuna bırakan az gelişmiş ülkelerin geleceği yoktur.  Veryansın, 25. 02. 2022