ALTINI DOLDURMAK

Yavuz Alogan

          Herkes heyecanla bekliyor: Saray, ilan ettiği Reform’un altını nasıl dolduracak?  Doldurabilecek mi? Bazılarına göre, ufak bir inişin ardından doların tekrar eski seviyesine çıkması, Saray’ın   altını dolduramayacağını gösterdi. Piyasa, reform ilanını “satın almadı” diyorlar; çünkü siyasî iktidara güvenmiyor, reform yapacağına inanmıyor.  N’olacak şimdi?  Ayrı bir özne olarak davranan piyasa neye karar verecek?

 Siyasî toplumu çalkalayan Reform bir an boşlukta asılı kaldı, kısa bir şaşkınlığın ve duraksamanın ardından sesler yükseldi. Kılıçdaroğlu-Akşener-Babacan-Davutoğlu muhalefeti bir yanda; huzursuz ve mutsuz neoliberaller ile aslen AKP’li olup da   kriz nedeniyle karamsarlığa kapılan gerici unsurlar öte yanda… Bu iki kesim Reform’un altını ancak biz doldururuz diyerek aynı anda harekete geçti.

         Muhalefet korosundan ve AKP’nin koroya katılan utangaç unsurlarından yükselen seslere bakılırsa, AKP sıkıca tuttuğu iktidarı teslim etmedikçe ya da 2005 programına dönmedikçe reformların altı boş kalacak.  İyice kulak verdiğinizde bu muhteşem koral senfonideki gizli kontrpuanı fark ediyorsunuz.

Şimdi diyeceksiniz ki kontrpuan nedir? Kontrpuan bir senfonide birbirine karşı iki sesle oluşur. Bu sesler armonik olarak birbirine bağlı olmakla birlikte ritmik olarak bağımsızdır, kendi aralarında konuşuyormuş gibidir, birbirine hem uzak hem de yakındır. Cephelerin çözüldüğünü, ittifaklar arasında bir geçişkenliğin başladığını, işbirlikçi liberal tayfa ve muhalefet partileri ile AKP’nin yarattığı yeni burjuvazinin Bülent Arınç gibi temsilcileri arasında bir yakınlaşma olduğunu görüyoruz.

         Muhalefet korosu, Biden’a hitaben, bize iktidarın yolunu aç rica ederim, Reform’un altını biz dolduralım, sizden beklentimiz “Türkiye için demokrasi vurgusu ve toplanma özgürlüğü gibi tüm temel hak ve özgürlüklere çok güçlü bir vurgu yapmanızdır ekselans” (Ünal Çeviköz) gibi sesler çıkarırken; AKP içindeki liberaller, “Dönelim eski güzel günlerimize” diyerek Saray’ı geriye doğru itmeye, hatta onun bir adım önüne geçmeye, “çözüm süreci” ve FETÖ’yle izdivaç nostaljisi yapmaya başladılar. İşte bu iki ses şu sıralarda birbirine yaklaşmış durumda. Bunun çok karışık ve tehlikeli bir perspektif açtığını kabul etmek durumundayız.

         Yükselen sesler Reis’i telaşlandırdı. Ortaya çıkıp, “Dağılın, uleeyn!” mealinde kükreyerek, biz ki “Ülkemizi eskiden yaptıkları gibi içerideki maşalarını ve dışarıdaki mekanizmalarını kullanarak sinsi oyunlarla ve tuzakla, tehditle tecritle teslim alabileceklerini sananların heveslerini hep kursaklarında bıraktık!” diye haykırdı.  İcabında gemilerimizin demirlerini gümüşten, yelkenlerini atlastan, halatlarını ibrişimden… Yani diyor ki böyle yaparsanız, reform meform yok size. Reformu ancak ben yaparım, altını da ben doldururum, uzak durun, karışmayın!

Fakat Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı bu Reform işini pek anlamadı, Reis maazallah demokratik bir gevşemeyle iş tutarsa ittifakın sona ereceğini ima eden hareketler yapmaya başladı. Şimdi Bahçeli-Çakıcı ikilisiyle Reis karşılıklı durmuş bakışıyorlar.  Klasik Western sahnesi: gözler kısık, baş parmak tabancanın horozunda.

Siyasî partiler topluluğu kendi içine kapandı ve halktan koptu.  Siyasîlerin her sözü, her hamlesi yoruma muhtaç. Medyada tefsirciler, siyaset falcıları türedi.  Arınç hapşırdı, Akşener gözünü kırptı, Kılıçdaroğlu kaşını oynattı, acaba ne anlama geliyor diye özel programlar yapıp saatlerce konuşuyorlar. Hayret verici, çok acıklı bir durum.

         Peki bu reform ihtiyacı nereden çıktı? Kulislere hâkim derin bir gazeteci (Abdülkadir Selvi) Reform’un iki sütun üzerinde yükseldiğini açıkladı: Birincisi, “Hukukun üstünlüğünü tahkim edecek düzenlemeler.” İkincisi, “Sermaye ve mülkiyet hakkını güvenceye alacak, yerli ve yabancı yatırımcıyı teşvik edecek yasal değişiklikler.” Yani diyor ki neoliberal iktisat politikalarını sürdürmek için dışarıdan sıcak para akışını sağlamak, yabancı sermaye yatırımlarını teşvik etmek için bir dizi yasal güvence oluşturmak, bunun için de vidaları biraz gevşeterek Başkanlık rejimine demokratik bir cilâ çekmek gerekir.

         Bunun çok tehlikeli olduğunu söyleyerek Reis’i uyarmak isterim. Daha önce de yazdım, Alexis de Tocqueville (1805-1859) şöyle demiştir: “Kötü bir hükümet için en tehlikeli an genellikle reform yapmaya başladığı andır.” Aydınlanma filozoflarının etkisinde kalan XVI. Louis, halkın yoksulluğuna çare bulmadan reformlara başlamış, 1789’da bir tür güçlendirilmiş parlamenter sistem  (États généraux) kurulduğu anda kitleler maazallah Bastille Kalesi’ne doğru hareketlenmiş, kendisi de ne olup bittiğini anlayamadan giyotini boylamıştır.

         Yine benzetmek gibi olmasın ama, mesela Hitler 1938’de, yani iktidarının beşinci yılında, demokratik reform yaparak esir kamplarındaki politikacıları serbest bırakıp Reichstag’ı güçlendirerek Weimar dönemi siyasî partilerinin parlamentoda temsilini sağlasaydı hâli nice olurdu? Her tüyü bir tele takılır, paramparça olurdu. Yine benzetmek gibi olmasın, Şili’nin Pinochest’si 1987’de demokratik bir reform yapayım derken paldır küldür iktidar koltuğundan…

Kendimi tutmasam bu sayfaları sayısız örnekle doldururum.

         Demek ki neymiş?  Demek ki hangi maksatla olursa olsun Reform gibi işleri “Ancien Régime” (eski, bir önceki rejim) yapamazmış…  Yani ideolojik hegemonya kurmaya çalışan, 2053 hedefleri gibi gizli gündemi olan, ülkenin bütün varlıklarını talan edip türedi burjuvazisine yediren, Cumhuriyet’in geçmişten gelen değerlerini yok eden ve bunların yerine yenisini koyamayan bir iktidar kendisini yenileyemezmiş, gerçek niyetlerini gizleyerek reform yapamazmış. Reis’in sözleriyle “Ekonomi, hukuk ve demokraside yepyeni bir seferberlik başlatıyoruz” diyerek önünde heyula gibi biriken sorunların üzerinden atlayıp yepyeni bir makyajla kimseyi kandıramazmış.

Kimseyi kandıramıyorsanız, ülkenin kaderiyle birleşmeyi falan bir yana bırakacaksınız. Kaşlarını çatan akıbetin ömrünüzü helâk etmesini beklemeden istifa edip kendinizi kurtarmayı deneyeceksiniz, en azından seçime gideceksiniz.

          Bu arada Aydınlık’ın haberine göre, ABD Büyükelçiliği “Demokratik değerleri güçlendirmek” için para dağıtıyormuş. LGBTİ “aktivisti” misiniz, hukukun üstünlüğünü ve ifade özgürlüğünü mü arzuluyorsunuz, Türk medyasının ve sivil toplumunun insan haklarını ve özgürlüklerini savunma kapasitesini güçlendirmek mi istiyorsunuz?  Kaygılanmayınız, Sam amcanız size elini uzatıyor… Hemen bir proje yazıp Amerikan Büyükelçiliği’ne koşunuz, 50 bin doları kapınız ve güle güle harcayınız! AKP’nin Türk halkını dünyaya rezil ettiğini anlıyoruz.

         Şaşılacak olan, Yankee’nin bunu Türkiye’de ilk kez alenen, ilan vererek yapması. Benzer hareketleri SSCB çökerken Doğu Avrupa’da, yakın zamanda Ukrayna ve Gürcistan gibi ülkelerde yaptılar. Amerikan elçiliğine gidip para mukabilinde demokrasi projesi sunanları dikkatle takip ve teşhir edeceğiz.

           İdeolojik ve örgütsel olarak çözülme belirtileri gösteren, kriz/Reform sarmalına yakalanan ve altını dolduramayan Saray rejiminin kaderini Türkiye’nin kaderinden ayırmak zorundayız. Bunu yaparken, meclisteki muhalefet partilerinin, AKP içindeki işbirlikçilerin ve solcu gibi duran sivil toplumcu neoliberallerin yalancı demokrasi dolmasını yutmamak gerekir.  Galiba aşamalı bir geçiş süreci, uzun bir yönetimsiz ara dönem (interregnum) geliyor. Yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemedikleri, siyasî partilerin halkın gerçeklerinden koparak pazarlıklara, gizli ilişkilere, entrikalara kapıldıkları zaman ne olur, hatırlayalım.  Veryansın, 27. 11. 2020